iç ses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iç ses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İç Ses - 25

Ben küçükken masallara inanırdım. Hatta çok uzun bir süre inandım. Üstelik öyle tütülü eteklerini giyip ayna karşısında kendini izleyen prenses bir kız çocuğu da olmama rağmen inanıyordum.  Masalım kendi içinde pembe panjurlara çıkan biraz yeşilçam etkisinde kalmış bir mutluluk haliydi. Sahiden bir şeyler olduğunda, zamanı geldiğinde birden pat diye masalın içine düşeceğimi sanıyordum. Ama diğer taraftan da her şeyin akıl yoluyla kavranabilir olduğuna dair zerre şüphem de yoktu. Masallardaki kusursuz mutluluğa karşı şüphe duymayan çok bilmiş aklım hayatın aksaklıklarına parmak sallayıp ‘’Yoo çok mantıksız ‘’ , ‘’Saçmalama tabi ki öyle şey olmaz, olamaz ‘’ gibi bugünden baktığımda komik bulduğum cümleler kurmaktan hiç sıkılmıyordu. İşte meşhur zaman benim içinde geçti pek tabi. Yakından baktığım için kocaman görünen pek çok şey  akan zamanla beraber uzaklaştıkları için de zamanla küçüldüler hatta bazıları görünmez  bile oldu.  Ben içime kendime daha yakından bakmayı öğrendim. Yakınında olmadığım için iyice gör(e)mediğim hatta varlığından bile habersiz olduğum birçok şeyinse farkına vardım. Yıllarca farkına varmadığım o uyduruk akılla çözebileceğimi sandığım tüm sorunları kalbimden geçirerek çözebildiğimi keşfettiğimde yetişkinliğe hazırlanıyordum. Yetişmeye çalıştığım şeyin farkında olarak girdim kapıdan. Kalbimden geçmeyen hiçbir şeyin benimle ilişkisi olmadığını çaktım. Aklımın kaygıları içinde içim kıpır kıpır olarak üzerine gittiğim her durum bir şekilde umut olup döndü hikayeme.  
   Ama bugünlerde kocaman bir umutsuzluğun içinde yaşıyoruz. Bizim dönemimize düşen tuhaf bir uyuşukluk hali. Yaşadığımızı bireysel mutluluklardan değil, bir çok şeyin berbat olduğu bu yerde kişisel mutsuzluklarımıza dertlendiğimizde anımsıyoruz. Ulan bu yangın yerinde hala böyle uyduruk bir sebeple üzülüyorsam yaşıyorum galiba diyoruz.  Elimizde olan tek şey kalbimizin içindeki iyi insanlara sarılmak. Tanıdığımız ve tanımadığımız ‘’bizimkilere’’.
Benim aklıma başka hiçbir şey gelmiyor.  Masallar çocukluğun deniz kokusunda kaldı ama hikaye devam ediyor. Bir şekilde etmeli, birbirimize ha gayret demek için , yazmalı, konuşmalı, sevmeliyiz becerebildiğimiz kadar.
Akıl tükendi, kalbe nefes lazım.
Nefessiz kaldığımız her an dönüp ‘’bizimkilerin’’ varlığına şükretmek lazım.

Çünkü akıl -çoktan- tükendi, kalbe nefes lazım.


İç Ses - 22

Bir saat altmış dakika.
Bir gün yirmi dört saat.
Bir hafta yedi gün.
Basit bir hesapla bir haftanın kaç gün, kaç saat, kaç dakika hepsini hesaplayabiliriz.  Ama işte bütün marazlar hesaplayamadıklarımızdan doğuyor. Aklın ikna olmadığı, ruhun tamamlayamadığı her eksiği renge, notaya, görüntüye, kelimeye dökmeye çalışmamız bundan. Hayatın hızına yetişmek için içindeki binlerce rakamla bize yardımcı olan aletlerimizin acının hızına yetişememesinden hala yazmaya, çizmeye, söylemeye ihtiyacımız olması.   Mutsuzluğun  bile hafif kaldığı  bir çağ düştü bizim kısmetimize.
Mutsuzluk acıya döneli çok oldu.
Kapkara, keskin bir acı …
Üstelik acı karşısında uyuştuk, bir başkasının bütün ömrüne yetecek derinlikte acılardan geçiyoruz her gün.
 Umut ederek uyanılan bir sabah mesela, bazen daha ilk anından bazen tam ortasında kapkara bir haberin ağırlığıyla eziliyor. Umut etmeye ne hal kalıyor,ne umuda güzellemeler yapılacak takat.
 Bir hafta daha bitti.Yedi ayrı gün, yedi ayrı  ruh, tek bir beden.
 Bir haftanın içine yedi gün, yüz altmış sekiz saat sığdı.
 Bir hafta daha bitti işte.
 Hesaplanabilir tarafının bir çırpıda yazıldığı, ama işte asıl meselenin rakamlarla açıklayamadığımız yanında kaldığı yedi gün.




İç Ses - 18

Üç sene önce yine başka bir ülkede, hisleri benimkilerden çok farklı insanlarla bir aradaydım.  Dünyanın yalnızca Amerika’dan ibaret olduğunu zanneden o insanların arasından bakmıştım, kendime, ülkeme, hislerime, zamana, mesafeye, geçmişe, geleceğe…
 Orada beş kız bir evde kalıyorduk. Çalıştığımız tatil parkının içinde, amaca hizmet eden, pratik bir prefabrik evdi.
Biz -bahar.mu ile birlikteydim- sonra gidenler olduğumuz için en küçük odaya geçmiştik. Üç aya yakın bir süre orada, kapısından baktığında yemyeşil bahçenin ve mavi gökyüzünün görüldüğü o evde yaşadık. Bahçeden ceylanlar, tavşanlar geçerdi zaman zaman. Daha ikinci sınıf öğrencisiydim -üniversitede tabi- ilk defa yurt dışına gidiyordum. Büyük çabalar sonucu gerçekleşmiş bir fırsattı. Birbirinin aynısı gibi geçen onca günün ardından benim için imkansızmış gibi görünen şehirleri, sokakları gezdim.On günlük seyyahlık kısmının ardından, sanırım 21 Eylül’dü -Suzikonun doğum günüydü - İstanbul’a döndük.

Bugün bu hikayenin üstünden üç sene geçmişken ben yeni bir hikayenin içinde yuvarlanıyorum.
 Yine ucunda, başladığı yerde  büyük fedakarların olduğu bir hikaye.Bu sefer aslında aileme, yaşadığım dünyama, arkadaşlarıma, hayatıma çok da uzak olmayan, sokaklarında sıklıkla ana dilimi duyabildiğim ıslak bir Avrupa şehrindeyim. Küçücük bir odam var. Odamın penceresinden komşularımın pencereleri bir alıcı direği ; sisli, gri ve ruhsuz bir gök var. Üniversite öğrencilerinin katıldığı kültürel ve akademik değişimi ve paylaşımı hedefleyen bir programla geldim. Başkalarının ne hissettiklerini anlayacak kadar çok yaşamaya sabrım yok ama belki başka insanların ne düşündüğünü anlayabilecek kadar öğrenirim ortak dili diye düşünerek geldim.
  Beni en az ben kadar düşündüğüne emin olduğum insanlar sayesinde de kaldım bu ıslak şehrin ıslak sokaklarında.
   Şimdi küçük bir odam, tam karşı evimde kocasını dışarı uğurlarken dudaklarından öpen yaşlı bir komşum, bıraktığı kaosunu özleyen bir gönlüm ve her şeye rağmen sabretmemi ve kulaklarımı hikayeden yana açmamı söyleyen bir zihnim var.
Bir de hiç dinmeyen huysuz bir yağmur...
     
 
   17/10/2015

Islak bir cumartesi sabahı  




İç Ses - 17

 Beklemek... 
 Yeryüzü laneti...
 Öyle bir lanetki sinsice ; bekleyenin tüm dünyasına yayılan, onu hayatın dışına atan, andan uzaklaştıran ... 
  Beklemek umut etmenin aksine insanı takatsiz ve yalnız  bırakan bir kabus. 
  Hayatın herşeye rağmen devam etmeye kurulu düzeninin içinde bekleme hali bekleyenini bir kenara itip şimdi sen bir dur diyor; hayat akacak, insanlar bir yerlere gidecek, yeni şeyler başlayacak, herkes için hayat devam edecek ama sen BEKLE. 
    Orta yerde , ne sağa bir adım ne sola...
     Ne başlayabil,  ne de vazgeç...
     Sadece bekle.  
      Bekle
        Bekle
           B.... 
            
                      ******
     Bu lanetin içine düşmüş, yavaşlayıp, yalnızlaşan ruhun elinde kalan tek şey gökyüzü oluyor bu durumda. 
Yeryüzünün insan eliyle oluşmuş zaman algısına yenilmek madem beklemek, sen de göğe bak yeniden. 
    Çünkü hayat bulutu umut geçiyor gökyüzünde. 
    Sen en iyisi göğe bak yeniden. 



Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...