dost etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dost etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kitap: Posta Kutusundaki Mızıka

⭐ 

"    Sevgili Dost,
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! 
Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan, karga sesleriydi. 
  Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. 
   Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba 'insan' denince hatırlanıyor muyuz?..  " 






    Sizi bilemiyorum azizim ama ben kitap okurken içeriğine göre kendimi farklı mevsimlerde hissediyorum.
 Posta Kutusundaki Mızıka dökülen yaprakları, uğultulu rüzgarları hatırlattı bana. Yani sonbaharı... 

  Hep roman okumaya alışınca, deneme türü kitaplar zor gelir ya hani. İşte bu kitap zor gelmeyenlerden. Çünkü karşınızda yazar değil, bir dostunuz var ve size mektuplarla içini döküvermiş.




  Özlem duyduğum, yakındığım, şikayet ettiğim ne varsa, aynılarını bir dosttan duymak, bunu şimdilerin kısa mesajlarına sığıştırılmış derinliği az ifadelerin yerine, sıcacık samimi mektuplarla elimde tutmak kendimi çok iyi hissettirdi.






  Benim çok arkadaşlarım, çok mektuplarım oldu. Özlediğim o dünyanın bir anahtarı gibi bu kitap. Siz de özlüyorsanız mutlaka okumalısınız. Yok, eğer pek mektubunuz olmadıysa yine mutlaka okumalısınız.   

   Çünkü şimdilerde hepimizin ruhundaki bir parça yalnızlığın buna ihtiyacı var azizim...





Huzurlu Bir Dokunuş: Kedi



  Aslında başlığı "Bari Kediden Utan" koyacaktım da masalsı dünyamıza zül gelir diye, daha pembe daha pudra bir şey olsun dedim. 
   
    Burnunuzdan öper, 5 aylık siyam cinsi bir kedim var. Lütfen resimlerine bakarken maşallah deyiniz ve ekrana tü tü tü yapınız.



  Hayvanları pek severim, çoğu zaman insanlardan daha fazla. İnsanları tanıdıkça köpeğimi daha çok seviyorum diyen adama da ziyadesiyle hak vermişliğim var. 
    Lise dönemlerimde apartman dairesinde kuş, balık, tavşan, ördek beslemiştim. Sadece sevmek yetmiyor, bakımları da zahmet gerektiriyordu bu şirinelerin. Canım annem hiç kızmazdı. 

  Şimdilerde hayvanseverliğin sınırlarını zorlayarak kedi ile beraber iki de muhabbet kuşu besliyorum. (İnşallah bir gün kedinin ağzında kuşun tüylerini bulmam) 


   Hiç kedi beslememiştim. Aslında o lise günlerinde bir sokak yavrucağı getirmiştim de sürekli miyavlayınca, bu hep bağıracak galiba deyip aynı gün geri götürmüştüm. Susacaktı elbet, nasip yokmuş. 
  
  Kedimin adı Cano. Ben ona kısaca Canobibiş diyorum. Bazen Pakize, bazen Şekerpare, bazen de Mahmure. (İnşallah kimlik bunalımı yaşamaz kuzum. Al şimdi de kuzu oldu) 




     Hayatımıza gireli şu 3 ayda anladık ki pek sırlı, pek akıllı bu kediler. İnsanı tefekküre sevk ediyor vesselam.
Neden mi?

⭐ Her sabah mır mırlarıyla kendine has ibadetini yapıyor.
⭐ En sevdiği şey bile olsa doyduktan sonra yemiyor.
⭐ Sık sık kendini yalayarak temizliyor. Ne şampuan ne duş jeli. Mis gibi kokuyor. 
⭐ İşim gücüm varsa ayak altında dolanmıyor. 
⭐  Şakalaşırken elimizi ayağımızı tırmalıyor ama asla yüzümüze dokunmuyor. 
⭐ Durgun sudan değil de akan sudan içmeyi seviyor. 
⭐ Ona bir şeyi zorla yaptırmak pek mümkün değil, özgürlükçü bir ruhu var.
⭐ Evde farklı bir ses olsa korkup saklanmıyor, cesaretle gidip bakıyor. 
⭐  Gerekli gereksiz miyavlamıyor.
⭐ Etrafı kirletmiyor ve dağıtmıyor. (Bir kediyi bardak çanak dolu bir masaya bıraksanız, kırıp dökmeden, nazikçe aralarından geçip gider.) 
⭐ Ezik değil, asil bir duruşu var. (Kimseye eyvallahı yok yani)
⭐ Sizden veya evden uzak kalsa dönünce bildiğin surat yapıyor. Misal Amerika dönüşü iki hafta resmen sırtını dönüp oturdu, yüzümüze bakmadı beymırat. 

  Velhasıl köpeklerden oldukça farklı bu yumurcaklar. (Bursa'da köpeğimiz de var ordan biliyorum) 




  Tabi ki en güzeli de evde beslenmesinde dinen ve hijyenen (Böyle bir kelime olmayabilir) bir mahsur bulunmaması.

  Hatta bir sohbet esnasında Resûlullah Efendimiz (s.a.v) yanındakilere: Kediyi sevmek imandandır, buyurmuş. Niçin? diye sormuşlar. Ebu Hureyre bilir, demiş başka bir şey söylememiş. 
   Kedinin içtiği sudan da abdest almış, necis değildir, ev halkından bazısı gibidir, buyurmuş.





   Nankörlük mevzusuna gelince pek sevgili okuyucu, kediler değil insanlar nankör derim. (Bakma öyle ayetle sabit)

    Aklınızda kedi almak gibi bir düşünce yok ise artık düşünün; var ise de eyleme geçiriverin.

Çünkü azizim, bu hayvanlar birmasalgibi...


♥ 






Seviyorum Seni Kahve





  Kahveyi ne zamandır sevdiğimi çok iyi biliyorum. Handan teyzede her  kahve içtiğimde, ya hu şu fincan acık daha büyük olsaydı dediğim zamana tekabül ediyor. Sapı kırık, alüminyum cezvede nasıl öyle güzel olurdu kahve, hafsalam almıyor. Kaç kere felfecir gözlerle baktım yaparken.




 Öğrendim mi, iyi yapıyor muyum bilmiyorum ama evde kahve seansları düzenlediğim, bunu bir seremoniye dönüştürdüğüm, yakaladığıma kahve içirdiğim doğru. 

  Hatta insanlar yetmedi, telefon da payını aldı kahve aşkımdan. Grupların adını çaylı kahveli bir şeyler koydum ki, içmediğimiz zamanlarda en azından adı geçsin. Evet manyaklık... 




  Kahvenin tarihinden bahsetmeyeceğim. Arabistan'dan geldiğini, adının qahwah olduğunu, Kanuni döneminde millete rehavet verdiği içün bir ara yasaklandığını, şimdiki ünlü Brezilya kahvesinin filizinin aslında bir subayın buketi arasında Fransa'dan getirildiğini falan... 
   Laf aramızda galiba aşıkmış da çiçeklerin arasına tıkıştırmış filizi. (Evlenince hatun kahve yapar diye düşündü zaar) 




  Türkiye'de çay revaçta olsa da kahve kültürüne sadık biri olarak elimin yettiğince bunu ailemle, arkadaşlarımla paylaşmak arzusundayım.




 Kahveyi pek sevmeyen, her konusu geçtiğinde "hiç aklıma gelmez şu kahve, çok içme zararlı" diyen annemin, elektrikli cezve aldığım günden beri cümleleri de değişti. Hatta "Kalk bir kahve yap içelim" den, telveyi yiyen bir kadına dönüştü. 




 Sevgili kahve, neler yaşamadık ki seninle...

⭐⭐⭐

Okulda boş derste elimizde Türk kahvesi kokoş kokoş yürümeler, 
Nutellalı kahve çalışmaları,
Türkçe zümresi adı altında coffee party,
hocalarla entel dantel sohbetlerimiz (Kahve var diye mi geliyorlardı yoksa gı), farklı tatlar felsefesiyle Urfa kalesine nazır mırra denemesi (Yüz buluşturmalar, ıyylamalar, zor içmeler), Erzincan'da bir arkadaşla dibek kahvesi denemesi (Çok sevmeler, dibine kadar içmeler, ikinciyi söylemeler), Amerika'da Arap kahvesi denemesi (Yanık tatlar, topraklı su içiyor gibi hissetmeler), yine Amerika'da ilk kez Starbucks'da dibi tuzlu soğuk kahve denemesi, yine Amerika'da Dunkin Donuts XL kahve denemesi (Kahvenin resmen kovayla gelmesi ve yol boyunca bitmemesi), hediye edilen Kıbrıs, Yunanistan ve Bosna kahveleri (Hepsinin Türk kahvesinin çakması olduğunu düşünmeler) 
Daha neler neler...




   Zannediyorum, bir fincan kahve sabit de etrafındakiler ve hikayeler değişiyor. Ama onlar olmasa, kahveye de gerek olmazdı. Mekanlar insanla güzel demişti bir arkadaşım. 
  Evet mekan da, yeme içme de insanla güzel... 




 Buraya kadar okuduysan azizim, birmasalgibi kahveyi hak ettin demektir. Hadi üşenme...
Benim yerime de höpürdet!






Kadınlarım...



Masalın kahramanlarını birbir anlatmak gerek, bugünden başlayarak...

Bir yol hikayesiydi başlarken kadınlarımla hikayem... Yer, zaman, neden önemli değildi... Gidebilir miydik denemeliydik... Gittik...

Hayatta her yolun bir amacı var. Kimi yol ayrılığa gebe, kimisi kavuşmaya... 30 küsür senelerdir kavuşamamışız biz meğer... Aynı annelerden doğmadık, aynı sıralarda oturmadık, ilk aşkı beraber yaşamadık, bekarlığa beraber el sallayamadık, mezuniyetleri birlikte kutlamadık... Farklı hayatlardan, başka kalplerden, türlü zamanlardan geçip bir ada sevdasıyla hadi dedik...

Birlikte uyuduk, yedik, içtik, güldük... Size sadece böylesini anlattık, siz ancak böyle bilebilirdiniz!!

Gerçekte ise ben bir boşluğa inandırmıştım kendimi, o boşluktan aşağı düşüyordum... Uçurumun tam kenarında sendelerken onlar tuttu ellerimi... Bi küçük ada meselesi değildi benim ki... Koskocaman dertlerin, kocaman sırların, büyük sorumlulukların, küçük mutlulukların ortağı oldular...

Bir minik kadındım, yola çıkmaya cesareti olan ama yolun başında öylece duran... Yürüyemedim rotam yoktu, yürüyemedim yalnız yürümeyi hiç sevemedim ben, yürüyemedim yüküm ağırdı sendelersem düşen kızım olacaktı...

3 deli kadın giriverdi kalbimden...

Şimdi Kanatlandım, uçuyorum...

Yalancı şahitlerim var, inanmayın, yaşadığım herşeyin tek şahidi, tek savcısı, tek hakimi oldular....

Sizinle her yola çıkarım ben, parasız kalırım, ekmeksiz, işsiz, sebepsiz... Siz olun ki bileyim, yürüdüğüm yolun sonunda "umut" var...

Ben bir minik "anne" , minimini bir elden kocamaaaan severek tuttum, kahramanların bazıları değişir zamanla, birşey değişmeyecek, bizim Masalımızın sonu mutlu bitecek...

p.s. Hayatımda gittiğin için teşekkür ederim eski eşim, sen gitmeseydin gelenlerin kıymetini bilemeyecektim...

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...