Kısa hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kısa hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kleptoman





Saatlerdir oturduğu durakta ayakları tutulmuştu kalktı bir kaç adım yürüdü geri döndü kendini mahkum gibi hissediyordu zaten  bu otobüs kulübesinde ruhu daralmıştı  bu gün trafik çok kalabalıktı ambulans sesleri itfaiye sirenleriyle karışınca kulakları zonklatıyordu.
 Burası lüks bir muhit ti  zaten çoğu kişinin kendi aracı  vardı, annesi onu kendi araçlarıyla alacaktı duraktan öyle anlaşmışlardı.


İri yeşil gözleri özensiz topuz yaptığı sarı saçları yaz olmasına rağmen uzun kollu gömleği ve siyah kotuyla  karşı cafede oturan  iki delikanlının ilgisini çoktan çekmişti bile.

Annesi    onu  hiç  bu kadar bekletmezdi, üstelik defalarca aramasına rağmen  telefonu açmamıştı.

 Karşı Cafede oturan masalarının üzerindeki Mercedes-Benz anahtarı ve  üzerlerindeki  kıyafetlerden   varlıklı oldukları belli olan delikanlılardan  zayıf ve diğerine göre daha yakışıklı olanı  şansını denemek için  kıza doğru ilerledi yanına yaklaşıp kimi beklediğini ve isterse yardımcı olabileceğini söyledi. Kız buna çok sevinmişti saatlerdir annesine ulaşamıyordu, Fark ettim dedi    oğlan, durmadan  bir yeri arıyorsunuz endişeniz karşıdan bile belli oluyor, yavaşça yanına oturdu, Durak bazen çok kalabalık oluyordu otobüsler geliyor binenler inenler ...
Kız çok endişeliydi , oğlan  onu  rahatlatmak istercesine biraz daha yaklaştı, kız ve oğlan  sohbete dalmış kızın endişesi azda olsa yok olmuştu,ailelerini,okullarını anlattılar aslında çok yakınmış evleri ama daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Kız,  oğlanın gözbebeklerine öyle derin bakıyordu ki oğlan   adeta ona tutulmuştu.
Kıza onu eve bırakmayı teklif etti belkide annesi eve gitmişti,olur dedi  ...
 On gün geçmişti  ve her gün görüşüyorlardı kız evlerine geliyor saatlerce zaman geçiriyorlardı. İlk başlarda sadece odasından  bir şeyler kayboluyordu daha sonra salon derken mutfaktaki eskimiş kepçe bile kaybolmuştu.
Oğlanın ailesi bu hırsızı bulmakta hiç zorlanmadı nede olsa  evin dört bir yanı kamera doluydu, Hırsız kızdı oğlan bunu duyduğunda çok üzüldü kızı aradı defalarca ulaşamadı bir daha kıza  hiç rastlamadı bile her akşam bıraktığı evin önüne gitti  bahçeye girip zile bastı kızı tanımıyorlardı...
Günlerce avare avare gezdi kafa dağıtmak için cafeye gitmişti ama onu ilk gördüğü yerdi aklından çıkmıyordu arkadaşına anlatırken  şu durak diye, birden gözleri kocaman açıldı kız oradaydı üstelik çok endişeliydi durmadan birilerini arıyor dudak hareketlerinde  anne dediği belli oluyordu...
 Oğlan o anda şok olmuştu birden  geri saran kaset gibi olmuştu
Kız sadece  hırsızdı  değersiz şeylerin yanında ondan çok değerli bir şeyi çalmıştı,  aşkın masumiyetini güvenini...
İleride oda kızları üzen yaralayan biri olarak hayatına devam edecekti...




Biz çocuktuk...



Gülen gözler.    
Biz çocuktuk...

Tabii ki  her şey değişiyor  durduramayız bunu, rüzgar bile eskisi gibi esmiyor, insanlar daha ürkek  daha bıkkın, güvenleri sarsılmış denge kaybı yaşıyor bu gün deliler gibi sevdiği  şeyi  ertesi gün kesip çöpe atabiliyor bu bazen bir eşya bazen bir insan olabiliyor!

  Acıma duygusu, günaha girme ,yasak olması  insanları  bu tür eylemleri gerçekleştirmekten alı koyamıyor, buda aklımıza ne değişti de böyle değiştik? sorusunu getiriyor.

Çocukken    sabah uyanınca, ki sabahları  cami imamını camiye giderken gördüğümüzü  bilirim o kadar erken uyanırdık...
 Televizyon açılır hemen. 
 Uçan kaz Nilss vardı eskiden , jetgiller, Taş devri, heidi, casper birde anime çizgi filmler vardı hatırlayabildiklerim,  bayılırdık izlerken  kahvaltı sonrası bizi kimse içeride tutamazdı ...
 Bütün gün saklambaç ,
kovalamaca oynamaktan  bitap düşerdik
 helede  doktorculuk yok mu:))
 Hadi hadii itiraf edin  ben doktor olacağım diye  sıraya girerdiniz:))
 Açlığımız aklımıza bile gelmezdi  çeşmeye ağzımızı sokar sırayla su içerdik kuşlar gibi...

  Midelerimiz lıkır lıkır ederdi o seslere gülerdik en çok kimin karnından ses geliyor diye,  çocukluk bu kavgada olurdu  en çok tükürürdük kavgada, hemen barışırdık çünkü kimse guruptan ayrılıp eve gitmek istemezdi, zaten öyle kinde yoktu içimizde ,oyuncağı aldı diye bıçaklamak gelmezdi aklımıza zaten ne bıçağımız vardı ne oyuncak vardı öyle çeşit çeşit  oyuncaklarımız  akülü arabalarımız yoktu, oyuncaklarımız  annelerimizin  kullanmayıp bize verdikleri tencereler kenarları  çatlak tabaklar yamulmuş çatallar bambaşka dünyalar kurardık kendimize, 
 Birde kilden , topraktan, çamurdan oyuncaklar yapardık kuruturduk güneşte ben hep canlanmalarını beklerdim minik  çamur kızlarımın...
Hamurumuzda sevgi vardı ileride anne baba olmaktı hayalimiz, ya doktor ya mühendis olacaktık :)) 


Köyde büyüdüğümden artık kim fırına ekmek attıysa   tilki gibi koklar hemen o  bahçeye gidilir  oyun orada devam edilirdi  komşunun ekmekleri fırından çıkarmasını beklerdik zaten ısrara gerek yok bir sini ekmek çocuklara itinayla kırılır,  hamur olmasın diye kesilmez  pekte asimetrik ve incecik olmayan dilimler kocaman yumuşacık ve sıcacık ekmeklerin üzerine  başka bir komşu hemen  bir kalıp  margarini sırayla gezdirir üstlerinde ekmeklerin, öyle bıçakla  falan uğraşmaz...

   Sonra kimisi kimyonlu kimisi salçalı kimisi şeker  serper üzerine ekmeğin derken  bir bakmışsın  komşularda doluşmuş  onlar çay keyfine geçerken çocuklar çılgınca oyuna devam, birde  dondurmacı gelirdi  arabasıyla, havalı kornayı bastımı deli olurduk' Kimisi folluklara koşardı bir yumurta  bir dondurma demekti, evdekiler bağırır bırakın yumurtaları diye kendimizden hariç birde  arkadaşa alırdık, kimde yoksa  idare edilirdi, külahın dibi kırılır içine dondurmadan  bandırılırdı.

 En çabuk kırmızı renkteki dondurma biterdi birde  dondurmacı  uzaklaşınca külahtan düşen dondurmaya çok ağlardık, peçetelerimiz tişörtlerimizin etekleriydi...

 Üstümüzdeki kıyafet  batmış,  
elbiselerimiz  bir yere ilişip yırtılmış ,   burunlar akmış kimsenin umru değil gece olunca eve gitmek istemezdik bazı  analar ellerinde   fışkın gelir kendi çocuklarına  vururken tabi bizim popolarda nasiplerini alır her kes evine evi olmayan sıçan deliğine  haydiyinn haydiyin  dağıtırlar bizi...

 ağlaya ağlaya eve gideriz hemen anneye şikayet anne  ****** annesi dövdü bizi kovaladı:))  anne- ohh iyi yapmış az yapmış size  hortumu takıp  ıslasaydı  keşke yıkanmış olurdunuz, pislerrr...
 Helede pazar ise o gün  berbere gidilir yaa evet evet  kuoför yok o zaman berber Amca tahta bir sandalyeye oturtur , sırayla hepimiz Ali garson oluruz:)) malum bit olmasın ...

 Evde de bir posta ağlarız yıkanmak istemeyiz o leğen buz gibi su kaynak, yada buz gibidir illa  diz kapakları , dirsekler ovulur nasılda çitelerler sanki  çamaşırız arkadaş :)
  bıcı bıcı yapınca tabi uyku kaçınılmaz    yer minderlerine  uzanırdık ninem masal anlatır tabi ev kadın  dolu  koca koca kadınlar gelir masal dinlemeye  , onlar muhabbete devam biz çocuklar çoktan  rüyalar semtinde  gezmeye başlarız büyüklerde bizden kafalarını dinler. gece yarısı bu defa işler değişir komşuların kocaları gelir  kadınları toplamaya haydiyin saat kaç oldu diye, Kar yağdığında  komşunun biri ev ev gezer  dondurma yapardı kardan   bütün komşular   dondurma yaptırmak için sıraya girerdi.Öyle çeşit çeşit kurabiye yoktu , anne kurabiyesi biraz sıvı yağ biraz yoğurt, köy umurtasından sap sarı olur o kurabiye üzeri şekerli şekerli peçka soba , kuzinede pişer.
 Komşuluk vardı , arap sabunuyla bulaşık , sabun tozuyla çamaşır yıkanırdı.
 Yaşlılar hep bir bilgiliydi daha ağırdı , gençlerle tartışırken bile hadi oradan cahil derlerdi.
 Gerçektende  gençler yapamazlardı onların yaptıkları işleri  dikişleri, yürüyüşleri  bile bir farklıydı, ağlayan bebeği eline alırsa susturur ağrısını sızısını anlar birde nazar okurlardı hemen, söylenmeleri çok vardı ama yaşlıydı onlar hep gençliklerini  ,gençken çektikleri üzüntülerini anlatırlardı hiç birinin facesi ,instagramı  cep telefonu yoktu.
 face de torunlarla aşık atmazlardı...
   Bellerinde gizli keseleri vardı  ,gizli bankamatiklerimizdiler.  sırdaştılar bazende biz sırdaş sanardık  gizliden anne babamıza söyler , ve biz yıllarca düşünürdük bunu   babam nasıl öğrendi diye.
   Şimdi çocuklar büyüklerden çok şey biliyor, büyüklerden daha fazla sırları var ve daha ürkünçler.
 Eskiden bebeği severdin gülerdi şimdi bir kaç aylık bebeğe cöe yapacaksın o sana yapıyor cöee diye ...

Sabunla yıkanan saçlar ertesi gün terden yapış yapış olurdu, lastikli donlarımız vardı, naylon terliklerimiz. bazen  terliğin eşi kaybolmuş giderdik eve...
Yağlı salçalı ekmek yerdik biz, oyuncaklarımız yoktu ki oyuncak kavgası yapalım  her cümlemiz saçmaydı  her cümlede kahkahalarla gülerdik.
 Biz mutluyduk...


Not: Yazılarım evladım gibidir:)  blog yazarki'de misafir yazar olarak yazdığım bir yazı, ayrıca külahın dibini Handan hatırlattı:) 





Yaşlı Kırık , bir adam





Yaş(lı) kır(ı)k , bir adam...

Derin bir of çekerek atıyorum kendimi yollara, ayakkabılarıma hızlıdan düşen yağmur taneleri değil gözyaşlarım, off leke yapar mı ki, çıkarıyorum kırışık ceketimden bir sigara çakmağımda yok  , bakıyorum telaşlı etrafıma martılar bile yok.

uyumuşlar mı ne!
Yürüyorum ağır ağır iskelenin kenarında olduğum yere çöküyorum , sarkıtıyorum ayaklarımı, suya değmek üzere ayakkabılarımı yanıma koymuşum bir şarkı geliyor dilime'' kim derdi ki birtanem bir gün ayrılacağız'' ofss bak yine aklıma sigaram geldi nasılda evde unuttum!

Ne olur şimdi birileri geçse arkamdan. mümkünse sigara içen birileri... Oysa yalnızlığı ne kadarda çok severim...

Demek ki her zaman yalnızlıkta iyi değilmiş ,uzanıveriyorum olduğum yere gözlerimi dikiyorum gökyüzüne , sırtım acıyor biraz. Küçük bir taş parçası batıyor haince sırtıma hiç kalkmadan sağ elimle çekiveriyorum taşı bakışıyoruz , ne kadar küçüksün ama çok canımı yaktın diyorum.

Bakıyor taş gibi ,ee taş nede olsa.Gökyüzü kapkara hafiften griye dönmeye başlıyor saatler oldu aynı yerdeyim aslında yıllardır aynı yerdeyim neyse...
Ahh ne kadarda boş yaşamışım diyorum dolu olsaydı ellerim yüreğimde dolu olurdu...
Yaş kırk elde var sıfır yine elim cebimde aranıyorum ah çakmak eve giderken bir kutu alacağım diyorum ,alsam ne olur ki yine unuturum.
Kızım geliyor aklıma ne yapıyor şimdi acaba ne yapacak bu saate uyur ne çabuk büyüdü daha dün değilmiydi , şu sahilde peşinden koşturduğum '' şş yavaş ol bakalım suya düşersen balıklar yer seni'' bir kahkaha patlatırdı ''aman babişşş'' ah be güzelim çok özledim bak şimdi , yada hep özlüyorum da şimdi içime oturdu.

Çok özlüyorum! yavaşça kalkıyorum uzandığım yerden.

Havada kırmızı gri bir renk almış uzaktan halk otobüslerinin sesleri geliyor.
Nerede benim kıymetli ayakkabılarım onları kızım aldı çok titizim ya hemen ceketimin yeniyle siliveriyorum üstlerini ,geçirdiğim gibi ayağıma bir çorbacıda çoktan alıverdim soluğu.

Gülümseyerek bakıyor çorbacı bana bıyık altı gülüyor sanki içinden demiştir kesin'' ya geceden kalma ya evden atılan bir müşteri daha'' hiçte değil koca göbek ben özgürüm diyorum içimden aynı şekil bıyık altı gülümsemeyle.

''Ne içersiniz'' diyor ''sigara'' diyorum bakıyor şaşkın şaşkın ''tamam be adam çorba içeceğim merak etme'' diyorum , ''ama bana birde çakmak getiriver hadi ağam bir zahmet''
Beş dakika oluyor ben söyleyeli eski bir çakmak yanar mı yanmaz mı belli değil yanında mis gibi kokan bir çorba.

Ne olurdu bu çorbayı yapan sen olsaydın !diyorum gözyaşlarım yine akıyor çorbama katık oluyor ...
Çorbacıdan çoktan çıkmışım sigaramı da içmişim artık hatıralar konağına geri dönüyorum uyku vakti.

Kapımı kilitlememe gerek yok usulca itiyorum kapımı gacırtt diye acılıyor kapı  , konak demiştim ya damı akıyor hem de tam yatağıma zaten  , ya göz yaşlarım yada yağan yağmur illa ıslatır yatağımı.

Uzanıveriyorum yatağıma bir sigara daha yakıyorum çorbacıdan kayırdığım çakmakla ellerimi kavuşturuyorum göğsümde sigaramı sıkı sıkı tutuyorum iki parmağımın arasında göğsüm acıyor derinden nefes alıyorum uykum mu var ne!

Gözbebeklerim küçülüyor, söndürmüş müydüm sigaramı bir duman mı var odada yorgun bedenim kaldıramam hiç başımı nedense ağırlık bastı zaten , öğlene doğru gelir kızım nasılsa diyorum... A
rtık zorlanıyormuyum  ne nefes almakta bir bırakamadım şu sigarayı ''bir gün ecelin olacak'' derler di hep ve uyuyorum...


 Not: yıllar önce yazdığım  bir hikaye  istek üzerine  tekrar  yayınlıyayım dedim ve  nette o kadar çok almışlar ki bu yazıyı   takdir ettim kendimi , ne kadarda çok beğenilmişim  nezaketen insan bloğun adını yazar  diyecektim ki malesef kendileri yazmış gibi göstermişler  , sağlık olsun:) sevgilerimle.


Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...