EYLÜL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EYLÜL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HADİ HEP BİRLİKTE

'' Sesler ve koku olmasaydı hissetmelere ne olurdu ?
   İnsan neyle yaşar , bir düğün alayından gelen neşesi ritminde o sesle mi, fırından yeni çıkmış ekmeğin el yakan kokusunda mı ?
İnsan ne ile yaşar ?
  Gökyüzünde kocaman  fincanımdaki dört duvarı telve haneme doğamayan bir ay.
Sesini duyabileceğim mesafede bir düğün kurulmuş . 

  Düğünden dönen hepsi kadın bir grup geçti biraz önce bütün balkonlarımın  altından. 
  Yüzlerini görmediğim komşular sol çaprazdaki evin önünde çekirdek çitliyor. 
  Çıt, çit, çıt ...
  Duyguların kokusu mu var sesi mi acaba ?
  Tam şu an yanmış ekmek kokusu mu hissettiğim ?
   Detone mi oluyor ruhum ?
   Peki sonuç olarak

      insan ne ile yaşar ?  ''


diye sormuştum bir  Ağustos akşamı. Eylülden haberim yoktu, olacaklardan, acı çekmekten, dert edinmekten utanacak kadar kapkara bir kederin içine düşeceğimizden haberim yoktu. Aklımın tamamen durduğunu hissedeceğimden, kalbimin sadece endişeyle atacağından haberim yoktu. Oysa kişisel kederlerimizden utanacağımız kafi miktarda neslimize ''miras keder''imiz vardı. Ama dahası olamaz ki tesellisine kapılmıştım bende hepimiz kadar. 
 140 karaktere sığacak bir haberin içindeki dehşetin yüz binlerce insana yetecek ağırlığına tanıklık ediyoruz şimdi. 
       Kendi kişisel dertlerimden utandığım bir sabahta okuduğum kısa bir yazı yeniden yeniden yeniden diye bangır bangır bağırıyordu. Yeniden dönecek dünya, unutarak değil, mücadele ederek devam ederek vazgeçmeyerek başaracağız. 
      Ben de size o yazı eşliğinde  çok severek, çok okuyarak ve çok çalışarak başaracağız demek istiyorum. 
     Hadi hep birlikte...
     Yeniden ..
     Unutarak değil mücadele ederek 
     Çok çalışarak 
     Hadi hep birlikte ...



* Bu bir tenis kortu. Daha doğrusu, tenis kortunun duvarı.Sırbistan 90’lar. O zaman hâlâ Yugoslavya var. Ama ülke dağılıyor, Müslüman-Hıristiyan birbirine girmiş, Avrupa tarihinin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kanlı savaşı, en büyük toplu katliamları gerçekleşiyor. Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar birbirinin kanını içiyor adeta. Evler basılıyor, sniper’lar masum kadınları vuruyor, gece gündüz ağır bombardıman altında kentler var. Kim haklı kim değil’e girmem. Savaşta kazanan yok. Haklı haksız da yok. Savaş savaştır ve herkes için yıkımdır. Benim lafım başka.Yıl 1993. Küçük bir çocuk o dönem işte bu kortta tenis oynuyor. Etraf yıkılıyor, herkes can derdinde… Ama bu çocuk ve bir sürü arkadaşı bu korttalar. Hocaları onları çalıştırıyor. Anne babaları onları bu korta getiriyor. Her gün bombalar iniyor ama hayat devam ediyor.Kortun duvarındaki silah izlerine bakın. Gece bombardıman, gündüz tenis. Hayat buydu.Eminim o zaman bir sürü insan şöyle diyordu: “Biz burada can derdindeyiz, siz orada tenis oynuyorsunuz, vay duyarsızlar…” “Burada kan akarken, siz orada tenis oynuyorsunuz ha… En kolayı vazgeçmek böyle durumlarda. Mücadele edeceğine vazgeç, kapıl rüzgâra, oh ne rahat. Anne babalar vazgeçebilirdi ama geçmediler. Hocalar bırakıp gidebilirdi, gitmediler.O günlerde o kortta oynayan yetenekli bir çocuk vardı. Savaş devam ederken 1993 yazında altı yaşındayken keşfedilmişti. Yeteneği o zamandan belliydi ve çalışması gerekiyordu. Savaş başladığında “Hayat dursun, tenis de neymiş” demediler. Aile aylar boyunca geceyi evlerinin bodrumundaki sığınakta geçiriyor, gündüz hayata devam etmeye çalışıyordu. 14 yaşında uluslararası kariyerine başladı. Bugün dünyanın bir numaralı tenisçisi kendisi. Adı Novak Djokovic o çocuğun.Savaşlar, terör, krizler geçiyor gidiyor, peki sonra geriye ne kalıyor? İnsan. Biz geleceğimizi, barış ve mutluluk günlerimizi inşa etmeye çalışmak yerine bütün gün bilgisayar başında çemkiren, kısır gündemin esiri bir ulus olduk. Bir şey yapmalı, artık bu böyle olmaz diyenlere sözüm İşinizi yapın. Ve iyi yapın. İşinize dört elle sarılın. İşinizi sevin. En iyi olun.Taşla sopayla değil, parayla pulla değil, bilgiyle, eğitimle, sevgiyle, tutkuyla! #mehmettez


* kaynak, instagram.com/neslihanyesilyurt/




SEVGİM ACIYOR


Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar

Turgut UYAR

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...