My first roses are out! The variety is 'Mary Rose' . I mixed the two blooms with some red campions, cow parsley and delicate white-petaled brambles.

 Lately I have been making cushions......


and cards......

 Wendy has made the most darling little baby shoes!!!!!

Hope your summer has got off to a good start
xxx

En Doğalından Temizlik


Uzun bir aradan sonra yine merhaba. Blog yazma işinin tam bana göre olduğunu düşünürken birden bire her şey tıkandı. Sadece blog mu tıkandı daha neler neler var tıkanan. Neyse ki yazla birlikte hayatımda bir temizlik yapmaya karar verdim. Tıkanıklıklar da açılır diye umuyorum. Bu metaforik başlangıçtan sonra umarım sadede gelebilirim:)
Nasıl başladığını bilemediğim bir yolculuktayım. Sanırım her şey bir beyin sıçraması olarak başladı, bilinçte bir sıçrama ve ben aslında doğayla olan birliğimizi (ki bilmeme rağmen) idrak etmeye başladım ve o noktadan sonra da her şeyin olduğu gibi olmaması gerektiğini düşündüm.
Yani, neden ben hem saçıma hem de doğaya feci halde zararlı olan bir şampuanı hem de aslında hiç de ihtiyacım olmadığı halde kullanıyorum? Dişlerimi neden zehir gibi diş macunlarıyla temizliyorum? neden bulaşık makinesi detarjanı hem bana hem doğaya zararlı olduğu halde bunları kullanıyorum bir de bunlara para ödüyorum? sonra diğer soru geldi nasıl değiştirebilirim?
Bu yazıyı yazmakta aceleci davranmadım çünkü yaptığım şeylerin sonuçlarını görmek istedim. Şimdi size artıları ve eksileriyle derinlemesine temizlik:)


DİŞ MACUNU

Karbonat, hindistan cevizi yağı, propolis, nane

Küçük şişe hindistan cevizi yağını benmari usulü sıvı hale getiriyoruz (Sıcak suyun içine şişeyi oturtarak) sonra onu ölçüp küçük bir kavanoza koyuyoruz kaç çorba kaşığı çıktıysa o kadar da karbonat ekliyoruz. 10 damla propolis (olmasa da olur) isteğe göre nane yağı koyuyoruz. Buzdolabında 20 dk bekletiyoruz. Sonrasında da diş fırçamızla az az alıp dişimizi fırçalıyoruz.
Ben ilk denediğimde karbonatı fazla gelmişti biraz daha hindistan cevizi yağı ekledim.
Notlar: Karbonat ve yağ ağızda pek hoş bir duygu ve tat bırakmıyor haliyle diş macunu gibi hooohhh yapınca ayna buzlanmıyor ama dişleri beyazlatıyor. Her gün karbonatla fırçalamak önerilmediği için ben bi de misvak kullanıyorum. Bir gün misvak bir gün macun. Ağız kokusu için de fırçalamadan sonra ağzıma karanfil atıyorum. Oh mis:)

ŞAMPUAN

Karbonat, Sirke, Ev yapımı zeytinyağı sabunu

Bunları karıştırmıyoruz sırayla uyguluyoruz. Önce iki boş kavanoz ediniyoruz. Banyodan önce birine iki tatlı kaşığı karbonat koyup su ekleyip karıştırıyoruz. Diğerine de yarım çay bardağı sirke koyup su ilave edip karıştırıyoruz. Saçımı önce karbonatla yıkayıp duruluyorum, sonra sabunla yıkıyorum en sonunda da sirke ile yıkıyorum.

Notlar: Önceleri saçlarım yağlandı, bu da saçın kendi ph derecesini bulmasından kaynaklanıyor. Şampuanlar saç derimizin dengesini bozduğu için anca kendine geliyor. Saçlarım kokmuyor yani ne sirke ne başka birşey. Saçın şampuan kokmaması ilginç bir his.  Şampuana dönmeyeceğim kesin ama başka formüller de araştırıyorum farklı sabunlar gibi. Buldukça paylaşırım.

DEODORANT - KOLTUKALTI ROLON

Benim vazgeçilmezimdi, vazgeçtim.
Aslında kozmetik dükkanlarında bir tuz satılıyor. Çanta boyları var rolon gibi. Benim aldığımın markası Crystal. Koltukaltını yıkayıp uygulanıyor. Terlemeyi değil ter kokusunu önlüyor ama ben pek memnun kalmadım. Onun yerine sabahları koltukaltımı yıkayıp karbonat sürüyorum bence daha çok işe yarıyor.

Parfüm olarak da yaptığım sinek ilacını kullanıyorum:) şöyle ki:

SİNEK KOVUCU

nane yağı, lavanta yağı, citronella yağı, su

Küçük bir fıs fıs şişesine yaklaşık 2 çay bardağı suya 20-30 damla tüm yağlardan koyuyoruz.

Notlar; Sinekleri uzaklaştırıyor ama sıkma aralıklarını kısa tutmak lazım. İçine yasemin yağı da koyarak benimki gibi bir parfüm yapabilirsiniz.

ÇAMAŞIR DETERJANI

rendelenmiş zeytinyağı sabunu, su, karbonat

zeytinyağı sabununu rendeleyip bir şişeye koyuyoruz üzerine de sıcak su döküyoruz. Sıvı deterjan gibi bir kıvamı oluyor. Bunu doğrudan makinenin içine, giysilerin üstüne döküyorum.(İki kapak) Üzerine de bir çorba kaşığı karbonat.

Notlar; Memnun kaldım, çamaşırlar yumuşak ve temiz oluyor. Memnun kalmak için yeterli sanırım:)

BULAŞIK MAKİNESİ DETERJANI

limon tuzu, karbonat, sirke, limon

2 tatlı kaşığı limon tuzu ve 2 tatlı kaşığı karbonatı su bardağına koyup üzerine yavaş yavaş su ekliyorum. Bu karışımı direk makinenin içine bulaşıkların üstüne döküyorum. Ama su eklemeden de deterjan gözüne konabilir. Parlatıcı gözüne sirke, kaşıklığa da içi kullanılmış limon koyuyorum.

Notlar; bulaşıklar temiz ve parlak çıkıyor. İlk yıkamada ben de inanamamıştım.

ELDE YIKAMA BULAŞIK

Arap sabunu.

YÜZEY TEMİZLEME

narenciye kabuğu, su, maya

narenciye kabuklarını bir kavanoza koyup üzerine su ilave ediyoruz içine de kuru maya ekleyip iki hafta güneş görmeyen bir yerde bekletiyoruz. Sonrasında fısfıs şişeye koyup yüzeylere sıkıp siliyoruz.

Notlar, Ovalamadan çıkmıyor:)

TUVALET TEMİZLEME

Karbonat, çamaşır sodası

Bir kavanozda bu karışımı hazırlıyoruz. Sonrasında eldivenle alıp lavaboya, klozete döküp ovalıyoruz.

Notlar; bunun da ovalanması gerekiyor ama tertemiz yapıyor.


Bütün bunları hazırlamak tahminimden çok daha kolay oldu, alışmaksa daha da kolay. Kendimi ve çevreyi zehirlemediğimi bilmek beni mutlu ediyor. Ayrıca insanlar yüzyıl öncesine kadar bu ürünleri kullanmıyorlardı yine de kimsenin pislikten ölmediğini düşünüyorum. Bence şimdi aşırı temizlikten ölüyoruz çünkü her şeyi öldürüyoruz. Ben temizlik yapmaya bayılan biri değilim ama kendi yaptığım şeyleri kullandığımda kendimi daha mutlu ve hamarat hissediyorum biraz da bilimsel geliyor, mutfak deneyleri gibi.

Bunların yanısıra hayatımızda başka değişiklikler de yaptık, beslenmemizde, alışkanlıklarımızda, harcamalarımızda. Daha sade yaşamaya başladığımızda daha zenginleşiyoruz. İçsel olarak, deneyim olarak. Aklınıza takılan bir şey olursa sorun, belki birlikte çözüm üretiriz. Ayrıca sizin de paylaşacağınız tarifler varsa harika olur.

Tomris Hanım

Sabah dağınıklığımın arasındaki okunmamış dergileri ayırayım niyetiyle dergilerimi karıştırırken içlerinden birinden  bir şey düştü yere. Düşen şey derginin verdiği üç kadın yazarın cümlelerini barındıran bir ‘’şey’’ . ( Adı ne acaba ya ayracın biraz daha büyük boyutlarında bir kuşe kağıt hayal edin ) Ben de onu mantar tahtama astım. Çalışırken ya da çalışma masamda çalışma efekti verdiğim zaman geçirmelerim esnasında kendi yarattığım dünyaya bakmayı seviyorum. O yüzden almıştım o mantar panoyu da.
Neyse bu yazının konusu bu değil pek tabi, kadınlardan biri daha doğrusu cümlesi.
Tomris Uyar
 ‘’ Ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar ‘’ demiş.

  İlk okunduğunda belki bir kadının derinindeki aşk olarak algılanabilir bir cümle aslında. Ama benim içimde tuhaf bir kızgınlık yarattı. Yani Tomris Hanıma değil tabi ki, bir kadına bu cümleyi kurduran sisteme kızgınlığım.  
Kadını güzel bir kaç kelam duymaktan bile vazgeçiren bu yalnızlık…
Bir ilişkide dahi  tek başına olmaya zorlanan kadınlar…
  Güzel olan her şeyi hiç esef duymadan yaşadıkları iki yüzlülüklerine, sevgisizliklerine örtü yapmış olanlar.
Kibar olan, sevdiği kadına güzel sözler saklayan, ilişkisini itina ile sarmalayanın arkasında olası bir ihanet şüphesi, sürekli bir hata bekleyişi.
 Sürekli tekrar eden kusurlu ilişkilerin, kusursuzu ihtimal dışı kılması…
  Kadının binlerce yıllık esaretin hıncıyla özgürlüğe seviştikçe aşkının içinde tutsak kalması ya da belki tutsak bırakılması…
    Zaman geçiyor. Bugün hızla dün oluyor ama hala Tomris Hanım’ın yalnızlığı kadınların yakasında ince işlemeli, el emeği göz nuru bir yaka iğnesi.
   Yakalarındaki iğne ile tek kişilik ilişkilerde; iki kişilik yalnızlık içinde hala ‘’onun sesine aşk şarkıları iliştiriyorlar. ‘’
 
 Zaman geçiyor ama hala
   
     Tomris Hanım’ın yalnızlığı kadınların yakasında ince işlemeli, el emeği göz nuru bir yaka iğnesi.

Ah Tomris Hanımcığım ah…



Fahri bey çıkmazı #8#


Kendim ettim kendim buldum....

Günlerdir kendimi insanlardan uzak tuttum hatta soyutladım, herkes  pis kaka tek temiz tek iyi benim!
 Arasam da kendimde bir türlü hata bulamıyorum, arkadaşlarım sen bu Tolga'nın evliliğine hala inanamıyorsun,umursamıyor gibi davranıyorsun aslında çok yıkıldın halinden hareketlerinden belli diyorlar...
 Ne alaka   Tolga  evlendikten sonra hemen hemen her gece ,gece yarılarına kadar gezdim arkadaşlarla,bizim bahçe ahalisini bile görmedim günlerce...
 kuaföre gidip saçlarımı  biraz kestirdim,bol bol alış verişe çıktım,gerçi biraz fazla abartmış olabilirim alış verişi hiç ihtiyacım olmayan şeyleri alıp borca girdim...
 Kaç hafta geçti hesaplamadım bile, umurumda değil!

Tamam yaaa umurumda ve çok yıkıldım hiç beklemiyordum. ''küçük dağlar senim için yaratılmadı Ekin  hanım'' diyorum kendime ama avutmuyor bu beni...

 ne yaparsam yapayım beni bırakmayacağını sanıyordum...
 Boşuna dememişler güvenme dostuna gelir eder postuna...
 Evlendiği kızda bir şeye benzese içim gam yemez tipsizzz.

Unuttum ki onları aklıma bile gelmiyorlar. Sadece akşamları facede görüyorum resimlerini,tamam bende ekli değiller,ama arkadaşlardan gözüme çarpıyor işte ,ne yapayım...
 Tabii olayı başa sararsak hiç bir şey göründüğü gibi değilmiş,yaşayarak öğrendim...
 Çevreye karşı umursamaz hallerim,mutluluk rollerim hiçte kolay olmadı, her gün iş yerinde gereksiz muhabbetini açtı ortak arkadaşlarımız,yok gelinin  takıları,yok efenim çok güzel olmuş,balayına şuraya gitmişler,gülümseyerek umursamaz hallerle sohbete ortak oluşum ve ikisinin çok yakıştığını söyleyişim iğrenç bir durumdu.
Sırf mutsuzluğumu kimseler anlamasın diye her akşam iş çıkışı  normalde yüzüne bakmayacağım  tiplerde olan üniversiteden tanıdığım bir gurup saftirikle gezdim...
Bahçedeki komşulara defalarca kapıya gelmelerine rağmen kapıyı açmadım...
Bir kaç haftalık bunalım Dün Annemin gelişiyle sona erdi...
 sonn





İç Ses - 14


Elime bir sopa alıp sıra dayağından geçiresim geliyor insanları.
Bu çözüm -sopa ile mevzuya dalmaktan bahsediyorum- benim doğrularıma ters hareket ediyorsunuz cicim, yanlış yaptın bızımla diyilsın tarzında bir ukalalık mı, yoksa ayan beyan tüm cüssesiyle duran bir yamuk karşısında ne yapacağını bilememekten doğan bir çaresizlik mi onu da tam bilmiyorum ya.
Lakin bazı kimselerin suratlarındaki ''her şeyi bir ben biliyorum, hatalarımdan ders almama gerek yok çünkü o hatalar benim değil ''ifadesinin tam ortasına bir yumruk sallayasım var.Hayatımda hiç yumruk sallamadım ama sanki sallasam içim rahatlarmış gibi düşündüğümü itiraf etmek zorundayım.
Nasıl bu kadar net olabiliyorlar, nasıl bu kadar çok önemseyebiliyorlar kendilerini.
Resmen kendini çok sevme ve de kendini haddinden fazla önemseme hastalığına yakalandı devrimiz.
Bizden öncekilere pompalanan kendinden, aşkından, mutluluğundan vazgeç durumunun vebali midir ki bu yakamıza yapışan acep ?
Ay Allah'ım her devre ayrı bir musibet. 
Ya şöyle gerine gerine huzur içinde yaşayamayacak mıyız biz ?
Ne bileyim işte aşk meşk olsun karnımız doysun. Pikniğe gidilsin, yazlık bahçesinde çay demlensin. Her yaşa uygun bir aşk ve aşık tesis edilsin çok da zor değil gibi ama. 
Mevzu dağıldı galiba ya. İşte çok konuşmayacaksın, ne diyordum ha herkes herkes kadar boktan ve eşsiz işte abartmayalım lütfen ya demek için başlamıştım sanırım içimle konuşmaya. 
Aynen ya abartmayalım rica edicim...
Lütfen yani ...

İç Ses- 13

 Böyle bir pencereden bakar gibi baktığında her şey nasıl da kolay geliyor,
             nasıl da anlaşılır nasıl da sade.
 Anladım sanıp pencereden atlayınca hayata, üstün başın soruya bulanıyor. 
     Cevabını bulamadığın bir sorular bataklığında her adım daha da derine, daha çok soruya batıyor insan soyu.
     İnsan anlayamıyor bir dizeyi, 
                            bir şarkıyı, bir evi, bir şehri, bir hayatı, 
                                            bir ülkeyi , bir dünyayı paylaşmak neden bu kadar zor ; 
                                                                                                                             nasıl bu kadar zor. 

KÖK KADIN

  Kadınlardan bahsetmeye önce ondan başlamam gerektiğini düşündüm bu yüzden. Benim kadınlığıma karışan kadınlığını ömrümce anlatamam herhalde ama onun kadınlığı çalışmaktı. En çok çalışmak. Hayatındaki erkeklerin yüklerini rahminde, omuzunda, gönlünde taşımış çalışkan bir kadın.
Rahminden çıkan başka bir kadına o kadından da bana bulaşan özün sahibi bir kadın. Ömrümce hikayesi yoluma karışacak olan kadın ... Belki de hikayenin kendisi olan bir kadın ...

       
 Büyüyünce anlarsın …

Çok sık duyardım duyarım duyuyorum.
oysa anlamanın büyümekle bir alakası yokmuş , insanın hayatı aklı ile kavrayabileceği sanrısı ,sayılabilen bir birim olan zamanla, günle ayla yılla büyüyebileceği yanılgısı kurduruyor böyle saçma cümleleri. İnsan büyüyünce anlamıyor , hissedince anlıyor , anlayınca büyüyor. Sayılamayan bir birim yaşamımızı şekillendiriyor. Adı belki zaman ama hesaplanamaz dokunulamaz.
   Anlamak insanın içindeki sokakları sislere boğuyor zaman zaman , ateşin yaktığını yanmadan hissedemiyor insan yanacağını anlayacak kadar büyümüş olduğunda çoktan yanmış oluyor.
  Yaşamı içinden geçerken değil de kenarında köşesindeyken fark edebilmemiz bu yüzden belki . O an yaşadığın şey kalbine nasıl değiyorsa o kalp çarpıntısının ritmiyle kavrıyorsun ama yaşarken değil yaşam üstünden geçip gittiğinde .
  Ben yıllarca anneannemin evine gittim her yaz ,özlemle ,sıkılarak ,heyecanla ,korkuyla birçok farklı duyguyla çaldım merdivenli sokaktaki o evin kapısını. Sabahları erkenden kalıp merdivenli sokağın merdivenlerini süpürürdü anneannem. Anlayamazdım neden sokağını süpürdüğünü. Her sene süpürdüğü basamak sayısı azaldı anneannemin. Anneannem her sene bir kaç merdiven basamağı kadar yaşlandı, yani yaşlanmış ben anlamadım küçüktüm. O evin küçük penceresinde çicekli kumaş perdeleri vardı anneannemin perdenin hemen altındaki çekyatta uyurken hiç anlamadım ben bir evin çiçekli perdelerinin olması ne demek.  Zaman geçerken dönüştürmez değiştirmez sanırdım o zamanlar , meğer resmen şekil verirmiş zaman insana. Öyle kaşına gözüne kırışıklar çizerek değil gönlüne çiçek desenli tabaklar ekleyerek.
    Sadece evini değil kendi sokağını da süpüren bir kadın benim anneannem.
    Hasteyken onu saatlerce bekleten hemşireye inat serumunu çat diye kendi çıkarmış bir kadın.
    Büyük cümleleri olmayan , büyük bir cümle gibi yaşayan bir kadın.
     Yıllarca yalnız yaşayabilmiş ama evinin içi dolsun sofrası kalabalık olsun diye heyecan durmuş bir kadın.
     Hayatındaki hiçbir erkeğe yük olmamış hepsinin gönlünden yük almaya çalışmış bir kadın .
     Hayatındaki tüm erkekler tarafından terk edilmiş bir kadın …
    

KADINLAR VARDIR !!!

DİKKAT DİKKAT ''KADINLAR VARDIR'' 

      Bu ülkede her zaman erkekler konuştu. 
Her konuda . Üstüne kurulduğu toprak tepeden tırnağa kadınken üstelik. Analık müessesesine sıkıştırıp kadınlığı, o toprağı kadınların kanıyla yıkadı adamlar. Kadınların özgürlüklerine, çocuklarına , çocukluklarına, kadınlıklarına, insanlıklarına göz diktiler.
   Bu ülkede tacize uğramamış , şiddet görmemiş kadın yok .
   Babasından, kocasından, sevgilisinden, patronundan, oğlundan, devletten …
  Bu ülkede kadına şiddet uygulamayan erkek yok.
    Hoppa kadın , yollu kadın , kezban kadın , kafeslemeye erkek arayan kadın , kuyruk sallayan kadın, çok bilen kadın ,beceriksiz kadın ,çirkin kadın ,kahkaha atan kadın ,evlenilecek kadın, sevişilecek kadın …..  
     Bu ülkede hayat sadece erkeklere hizmet ediyor.
     Güneş onlar için doğsun isteniyor , yağmur sadece onlara yağsın , en çok onlar bilsin , onlar her şeyin adaletin, iktidarın , evin, sokağın, seksin sahibi olsun  isteniyor.
       Yemezler .
       Şimdi kadınlar vardır demenin zamanı.
       Gözlerine mil çektir istersen görmesen de seslerimizi duyacaksın. Bileceksin ve sonunda kabul edeceksin kadınlar vardır.
      Bu yazı dizisi kapsamında kadınlar hikayeleri ile blogumda, varlıkları ile ömrümde olacaklar.
      Adlarını bilmeyeceksiniz, fotoğraflarını görmeyeceksiniz, aklınızdaki hiçbir yaftaya etikete maruz kalmadan sadece hikayeleri ile kocaman kocaman KADINLAR VARDIR diyeceğim.

He yeri gelmişken tekrar etmek istiyorum ''Kadın Kadındır Çiçek Babandır !! ''



Arçelik

Arçelik'e duyurulur...
Tamam anladık çok kaliteli ürünleriniz var da bu kadarı da çok anneannemden bana kaldı. Kaç yıllık bilmiyorum,ben yedi yıldır kullanıyorum,çok memnunum tren bacası gibi buhar salıyor,bir gün cuf cuf diye gidecek gibime geliyor.rilk buharlı ütülerden olabilir diye düşünüyorum...
Gerçi bu yıl biraz kireçlenmeye başladı ve ütüm biraz tutmaya başladı, ipek eşarbı ütülemeyi beceremeyip yakmıştım,bir türlü temizlenmedi ütünün altı. eh o kadarda olsun yani değilmi...

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...