Dingin Savaşçı


Uzun zamandır aklımda olan, izlemek istediğim bir filmdi "Dingin Savaşçı"
Dan Millman'ın "Hayatınızın Amacı" kitabını okuduktan sonra daha bir merak etmiştim adamın hayat hikayesini. Merak ettiğim kadar da varmış, beni çok etkiledi.
Oldum olası insanların azim ve başarı hikayelerini dinlemekten ve izlemekten çok hoşlanırım. Şu hayatta gerçekten istenip de elde edilemeyecek şey olmadığını düşünürüm.
Bu filmi iki şekilde izleyebilirsiniz ya klasik bir Hollywood filmi ya da insana ilham veren bir kişisel gelişim filmi. Ama nasıl izlerseniz izleyin bir iz bırakacağını düşünüyorum.
İnsan bazı şeyleri tam da ihtiyacı olduğunda izliyor belki.Bu aralar kafamda o kadar kaygı var ki. Bazen kendi kafan o kadar çok konuşuyor ki bu anda neler olduğunu kaçırıyorsun. Bütün güç "an" da "anın sonsuzluğu"nda. Anda olmayı ne kadar hatırlarsam o kadar huzurlu oluyorum.
Ayrıca bunun için size bir de masal önereceğim, Judith Liberman'dan dinlediğim bir masaldı bu ve o anlattıktan sonra da kalbime işledi, ne zaman kaygılansam o masalı düşündüm. Judith bu masalı radyo programında da anlattı linki burada tıktık , 15 Şubat'taki masal, söyleşinin sonunda.
Hayat, şimdi ve burada...

The Snowdrop


I took a walk along to the old bridge that crosses the estuary at Ruan Lanihorne this afternoon....

In the woods the walls are smothered in moss.

 Amazingly beautiful close-up.....



By the time I reached the church there wasn't enough sun to read the sundial on the wall, alas.


Behind the little spring a carpet of snowdrops....


Back when I was a student and visiting a friend in Oxford, a lady stopped me in the street and asked if I would care to read some of her poetry. Her name was Zoe Peterssen, and I still have the two simple handmade books of her poems which she entitled, 'Whispers from Nature'. I cannot pass these pretty white maids now without recalling to mind her words:

'Modesty'

She bent her head
and to me whispered,
whispered softly and gently:
"pay me some attention"

The Snowdrop


 My walk began in sunshine and ended in rain, but the kind of rain that is soft and gentle as it kisses your cheek, and sends little circular waves of ripples in the puddles.
xxx

Olpesido'ya Masalları Anlattım


"Olpesido'ya Masallar" projesi benim için çok önemliydi. Çünkü Konak AKM'de ilk defa bir sergide masal anlatılacaktı. Bu fikir yine her zamanki gibi Ahmet'ten çıktı. ( Ahmet kimdir? ) Bunu da Oğuz Demir'e (bizim sevgili resim eğitmenimiz ve hayran olduğumuz ressam)(Oğuz Demir kimdir?) anlattı ve Oğuz Hoca da bizi kırmadı.


Performansın olacağı gün çok heyecanlıydım (her zamanki gibi), bir önceki gece Asya Mavi'nin burnu tıkandığı için tüm gece uyumamıştı.  (tüm önemli günlerin öncesinde olduğu gibi, anne stresinin çocuğa yansıması da olabilir tabi bu) Sersem sepelek uyandım ve sonra çalışmaya başladım (nasıl çalıştığımı size daha sonra anlatacağım) çalışırken uyuyakalmışım. Neyse uyandığımda her şeye başlama saatimden yarım saat geç başladım her şeye. (hı?) Kemeraltı'na gidip yerleştirme için keçeler aldık (arkadaşım Mutlu'yla), kartvizitlerim basılmıştı (öhöm öhöm) onları aldık. AKM'ye gelip onları kestik Oğuz Hocayla. Sonra da bir güzel plan daha yaptık.

13 Mart Cuma günü saat 18:00 'de bir performans daha olacak. Bu performansta bir ritim orkestrası olacak, Oğuz Hoca doğaçlama olarak resim yapacak ben de bir masal anlatacağım. Bu plan da bizi çok heyecanlandırıyor. Zamanı yaklaştığında yine sizlere duyururum.

Masal akşamı kalabalıktı, Ben masalları anlatırken, Ahmet, Yasin ve Erdem bana eşlik etti. Ahmet ve Yasin'le her masal akşamında birlikteyiz ama Erdem ile ilk kez çalıştık. Erdem çok güzel bağlama ve cura çalıyor. Masallarla o kadar güzel bağlantı kurdu ki çaldığı ezgilerle, hepimiz mest olduk.
Ben ilk kez bu kadar büyük bir alanda masal anlattım, yani açıklık olarak. AKM'nin giriş katındaki orta alandaydık. Benim için güzel bir tecrübe oldu. Üç tarafımda seyirciler vardı ve her yöne hitab etmem gerekiyordu, ayrıca orası kapalı olmadığı için gelip geçenler de vardı. Dikkat dağıtıcı bu kadar öğenin ortasında bir şeyler anlatmak keyifliydi. Benim için her masal akşamı yeni bir deneyim, buna bayılıyorum.

Masal akşamına kitap kulübümüz bir kitap bin sohbet'den gelen arkadaşlarım da oldu, beni çok mutlu ettiler. Hatta kulüpten arkadaşım (kulübe girmeme vesile olan arkadaşım) Yeliz de oradaydı, onun bir blogu var. Hatta ben önce onun blogunu takip ediyordum, kulübü orada öğrendim, sonra onun bir arkadaşımın akrabası olduğunu öğrendim ve rica ettim, o da beni kırmadı (sapık falan mı diye düşünmüş ama neyse) kulübe girmeme vesile oldu. Onun bir blogu var Günün Çorbası, Beni ve o akşamı blogunda anlatmış. Nasıl mutlu oldum anlatamam.

Aynı zamanda o akşam masal kartlarım ve kitap ayraçlarım da satışa çıktı. Olumlu eleştiriler almak beni çok mutlu etti. Çizmek benim için farklı bir yol ve bunu da insanlarla paylaşmak çok güzelmiş.


O akşam ailem, arkadaşlarım ve internetten tanıştığım kişiler de oradaydı. Beni yalnız bırakmadıkları için hepsine çok çok teşekkür ediyorum. Siz de eğer orada olan kişilerden biriyseniz yazının altına yorum yaparak o akşam aklınızda kalanları yazabilirsiniz. Sizi en çok etkileyen masal hangisiydi? Gözünüzde en çok beliren imge neydi?
Sevgiler.........

Düş Zamanı Ağaçları


Bir şeyler çizmek benim için hep zor olmuştur. Resim yapmayı beceremem ben. Aslında yapmayı çok isterdim. Her zaman. Hatta derdim ki ilerde, yaşlandığımda bir sürü boya ve fırça alacağım ve resim yapacağım. Resim yapamama fikrine nerede nasıl kapıldığımı tam hatırlamıyorum. İlkokul öğretmenim yaptığım resmi sildiğinde olmuş olabilir. Ya da belki Sıla da resim yapamaz, yeteneği yok demiş olabilirler yanımda. Bilemiyorum. Tek bildiğim resim yapamadığım-dı.

Sonra bir şeyler oldu, internette gezinirken zentangle yapan kişileri gördüm. O kadar eğlenceli görünüyordu ki. Sonra kendime çizim kalemleri ve keçeli kalemler aldım. Başladım bir şeyler çizmeye. Sonra Asya ile birlikte resimler yaptık. Onun boyalarıyla oynadım. Sonra, bir arkadaşımın da desteğiyle masal kartları yapmaya başladım. Çizdiğim bir ağacı arkadaşım çok beğendi, onun için bir tane çizdim, derken ben çizmeye başladım. Çanta boyadım. İçimden geldiğince, bir şey düşünmeden. Çünkü renklerle oynamak çok zevkli. Birileri beğenir mi diye düşünmeden bir şeyler yapmak harika. (Birileri beğenince dört köşe olduğumu saklamayacağım)
Düş Zamanı Ağaçları, benim her zaman çizdiğim ağaçlar. Onları seviyorum, renklerini seviyorum. Kafamızda bir kalıp yargı oluştuğunda ona gerçekmişçesine inanıyoruz. Aslında onu değiştirdiğimizde gerçeğin pek de öyle olmadığını anlayacağız. En azından resim konusunda bana olan bu.

Kendin Olmak



Şu sıralar yoğun bir çalışma dönemindeyim. Anlatacağım masallara karar vermek, tezim için araştırmak yapmak(ve kısmetse yazmak), okumak istediğim kitapları okumak, masal kartları çizimlerimi yapmak(daha sonra anlatacağım), araştırma yapmak,ev işleriyle ilgilenmek, kızımla ilgilenmek,derslere girmek, prova yapmak.
Bütün bunlar benim seçimim, gocunduğum bir durum yok. Ama bazen durup acaba sistemin bana empoze ettiği "mükemmel kadın" "çocuk da yaparım kariyerde" insanı mı olmaya çalışıyorum diye sorguluyorum kendimi. Aslında bu çıkmaza girdiğimi mutsuz olduğumda anlıyorum. Kendimi her şeyi yapmaya zorladığımda mutsuz oluyorum.  Şu an mutluyum, çalışmaktan, üretmekten.
Bir kadın için önemli olan kendi kararlarının arkasında durmak bence. Çalışmaya karar veriyorsak bundan üzüntü duymamak, her ne olursa olsun kendi yaşam ritmimizi oluşturmak. Bu sistemde bazı şeyler çok zor, istediğin işi yapmak, kendi ritmini bulmak gibi. Ama biz bunu yapmazsak bizi ezmeye devam edecekler, biz kendimizi kaybettikçe benliğimize sahip çıkmaya çalışacaklar.
Simurg efsanesindeki gibi, önemli olan yolculuğu kendisidir.
Kendimiz oldukça daha güçlü olacağız.

Öfke


"Özgecan, bir dolmuş şöförü tarafından kaçırıldı, tecavüz edilmek istendi(ya da edildi) ve direnince öldürüldü. Bıçaklandı ve kafasına levye ile vuruldu. DNA tespiti yapılmasın diye elleri kesildi ve yakıldı." Bu dolmuş şöförü Özgecan'ı öldürdükten sonra babasından ve arkadaşından yardım istedi, onlar da yardım ettiler.

İnsan bu haberi duyduğunda önce şok oluyor, sonra da çok üzülüyor ama ardından derin bir öfke duyuyor. Karnında, kulaklarında çınlıyor öfkesi. Artık yeter! Özgecan geri gelmeyecek, ailesi, arkadaşları bu dehşet verici olayı hafızalarından silemeyecek. Bunu yapan kişiler ise, öyle tahmin ediyoruz ki biraz içeride yatıp serbest bırakılacaklar, delil falan yetersiz bulunur belki ya da gecenin o saatinde dışarıda ne işi vardı diye Özgecan suçlanır.
Öfke, şu anda en güçlü duygum bu.
Kadın nasıl bu kadar aşağılanabilir, bu kadar değersizleştirilir. Erkekler içlerinde biriken bütün öfkeyi kadınların üstüne kusmakta kendilerini nasıl bu kadar haklı görebilir.
Özgecan'ın haberini okuduktan sonra tüm kadınlar eminim ki bunu ta içlerinde hissettiler. Adamla dolmuşta tek başına kaldığında neler hissettiğini anlayabildiler, bakışlarının anlamını sezebildiler. Hepimiz bunu bildik, bu bizim içimize o kadar işlenmiş ki. Bir kardeşimiz öldürüldü, hepimizin bir parçası öldürüldü hem de en önemli parçalarımızdan biri. İçimiz yandı. Bu yas uzun süre geçmez.
Ama bundan sonra bu kadar kolay olmayacak, bir kadını dövmek, öldürmek, aşağılamak, taciz etmek... bu kadar kolay olmamalı. Artık Yeter, yere batsın düzeniniz!

İç Ses - 11

 Son zamanlarda gözümü nereye çevirsem belirgin  tatminsizliklerin tam ortasında kocaman yalnızlıklar parlıyor. Herkes bir huzursuzluk içinde savruluyor , kimse tam olarak sakinleşemiyor kimsenin ruhunda şöyle tatlı bir huzur yok. Kalamış’ta da kalmamış belki bazı anasonlu gecelerde niyet eden oluyordur gidip huzur almaya ama  hepsi çakırkeyifliğin verdiği hayalperestlikten fazlası değil.
   Aşklar ve aşıklar üzerine üzerine söylenmiş onca güzel sözü ruhuna kazır gibi okuyup ezber etmişler bile çoktan vazgeçmişler yeni dizelerden.
   Her taraf saygısızlıklarla serilmiş yataklardaki yasaklarla dolu, ilişkisine, eşine, hayata, taşa, toprağa saygı duymayanların ortasında öyle dıral dedenin düdüğü gibi kaldık iyi mi ?
   Kimsenin kimseyi merak etmeye tahammülü yok , inanması güç ama kimse kimsenin gerçekten nasıl olduğunu, ne hissettiğini  merak etmiyor. Birilerini merak etmeye kendi dışında başkaları için endişe duymaya tahammülü yok.
      Benim aklım yetmiyor, kal geliyor .
      Ben de böyle kendi kendime söyleniyorum.
      Susup susup şişmeyeyim diye mır mır söyleniyorum işte .

      Şifa niyetine üç beş laf-ı güzaf …



Bizim Ev'de Masallar



Hayal edin... Kışın bu soğuk günlerinde sıcacık evinizde oturmuşsunuz, akşam vakti. Yemeğinizi yemişsiniz, karnınız tok (ama şiş değil), elinizde bir fincan kahveniz ya da ince belli bardakta çayınız(kulplu da olabilir), ortam loş, mumlar yanıyor. İçinizde tarif edilemeyecek bir huzur, derin bir dinginlik. Karşınızda da ben masal anlatıyorum.

Ben de hayal ettim; evimde sevdiğim dostlarım. Akşam olmuş elimde bir bardak sıcak kahvem. hangi masalı anlatacağımı düşünüyorum. Önce havadan sudan sohbet ediyoruz sonra da başlıyoruz hayal etmeye, yolculuğa çıkmaya. (tam o anda Asya "annee çişim geldi" diyebilir)
Masal anlatmaya başladığımdan beri bir hayalim vardı benim "evde masal anlatmak", konu komşu kim varsa çağırmak. Herkes bilecek ki her ayın şu günü Sıla'larda masal var, kekini kurabiyesini alan gelecek (umuyorum) Ahmet'le karar verdik bu ay sonunda başlayacağız buna. Duyurusunu yine yapacağım, tarihini size söyleyeceğim.
Nasıl fikir güzel mi?
Battaniyem neredeyse sahnem orası.


Olpesido'ya Masallar


Şubat ayı benim için güzelliklerle birlikte geldi ve bunlardan en heyecan verici olanı ise Oğuz Demir'in resim sergisinde masal anlatacak olmam. Oğuz Demir'i ve çalışmalarını merak edenler internet sitesinden resimlere bir göz atabilir. Sergi 14 Mart'a kadar E.Ü Atatürk Kültür Merkezi'nde  ziyaret edilebilir.
Oğuz Hoca'nın yeri bizde her zaman ayrıdır hem insan olarak hem de bir ressam olarak (resimlerini gördüğünüzde ne demek istediğimi anlayacaksınız). Resimlere bakarken içinde kaybolup gidiyorsunuz, bir resmi bir günde bitirebilmeniz mümkün değil, saatlerce başından ayrılmak da yetmez sanırım. Ben dört kez gezdim, internetten de bakıyorum resimlere ve hala bitirebilmiş değilim. Her resmin ayrı bir hikayesi var, hepsinin bir duygusu, bir ifadesi var.

Oğuz Hoca'nın AKM'de sergi açacağını duyunca ona sergide masal fikrini götürdük, bir de masal akşamına davet etmiştik (Ahmet ve ben)(Ahmet'i bir önceki yazıdan bilenler bilir). Oğuz Hoca da bizi kırmadı ve geldi, o günden sonra da sergide masal anlaşmamızı yaptık, sergi açılışında oradaydım ve insan o resimlere baktığında, onlar zaten her şeyi anlatıyor ben ne anlatacağım diye düşünür, düşündü, ben yani.
Bir kaç buluşmadan sonra masallarımız ve konseptimiz belirlendi. 20 Şubat saat 20.30'da AKM(Konak) de Olpesido'ya Masallar anlatılacak. O gün geldiğinizde sürpriz bir haber daha olacak, onu da o güne saklıyorum. Ben bu proje için çok heyecanlıyım, iyi olacağına inanıyorum. Umarım dinleyenler ve sergiyi gezenler de severler.
Size kıyak olarak bir kaç resim koyuyorum
Resimler olpesido.com 'dan alınmıştır




Anne yaram kanıyor...



Patlıcanı tuza basınca acısı geçiyormuş...

  yarama  o kadar çok  tuz bastım yinede "sen" diye  acıyor?


Ben Sıla, Düş Zamanı Masalcısı


Ben, Sıla Akdeniz. Düş Zamanı Masalcısı.
Masallarla olan tanışıklığım bundan bir yıl öncesine denk geliyor.2014 Mart'ına. İnsan masallarla nasıl tanışabilir ki? Masallar zaten hep orada değil miydi? Çocukken hep masal dinlememiş miydik?
Elbette ki masalın ne olduğunu biliyordum ama beni böylesine etkileyeceğini ve hayatımın merkezinde yer alacağını tahmin etmemiştim.

Judith Liberman ismini duymuşsunuzdur (eğer masallarla ilgileniyorsanız, duymamışsanız da geç kalmış sayılmazsınız. Blog ve web sayfası tık tık) Ben geçen yıla kadar duymamıştım ve bir gün otobüsteyken telefonumdan bir şeyleri karıştırıyorken onun İndigo'daki ropörtajını okudum ve bir daha okudum ve bir daha okudum. Sanırım o anda kader ağlarını örüyordu ki arka arkaya bir kaç kez okumam gerekti. Her neyse. Sonra da araştırmaya başladım. Nerede yaşıyor, neler yapıyor. Sonra da İzmir'de Sanatölye Varyant'ta eğitim vermiş olduğunu öğrendim ama tarihi geçmişti. Bir sene kadar. Bu olay olduktan bir ay sonra orada eğitim gören bir arkadaşımdan Judith'in tekrar eğitime geleceğini öğrendim ve havalara uçtum, uçmamla inmem bir oldu çünkü Cumartesi- Pazar eğitim veriliyordu ve ben sezon içinde her cumartesi E.Ü Atatürk Kültür Merkezi (Konak)'ta Yaratıcı Drama ve Oyunculuk Dersleri veriyorum (Reklamlar) Yerime birini bulmam lazım, yerime birini bulsam bunu Ahmet'e (Kocam ve patronum) kabul ettirmem lazım, eğitim için para ayarlamam lazım vs. Sonuçta bu çoklu bilinmeyenli denklemi aşıp eğitime katıldım.
Harika bir hafta sonuydu. Benim katıldığım eğitim "İç Mitolojimiz" eğitimiydi.
Anlatmakla ilgili bir eğitim değil daha çok kendi masalını yaratmakla ilgiliydi ve sanırım bende etkili oldu ve o hafta sonu kendi masalımı yazmaya başladım (yazmak derken fiziksel yazmak yoksa oturup yazma konusunda sıkıntılarımı cümle alem bilir) Sonra da anlatıcılık konusu gündemimin ilk sıralarına yerleşti. Hemen arkadaşlara duyduğum masalları anlatmaya başladım. Hayatımın her aşamasına yavaş yavaş dahil oldu bu konu. Bu arada da yüksek lisans yapıyorum Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Enstitüsü Tiyatro Bölümü'nde (Tanıtım) o dönem de tez başlığı belirlemek gerekiyor ben de anlatıcılık üzerine bir tez başlığı belirledim hem konuyu daha iyi öğreneyim hem de tez yaparken sıkılmayayım diye.
Sonra öğrendim ki, Judith Haziran'da(2014) Şirince Tiyatro Medresesi'nde bir hafta atölye çalışması yapacak. Hayatım Masal.  Bir hafta, Şirince'de, Medrese'de, Masal. Süper ötesi bir haber oldu benim için ben yine havalara uçtum ama düşüş daha bir ani oldu çünkü benim kızım o sırada iki buçuk yaşında bile değildi. Onu bırakıp nasıl gidecektim, gitsem bile Ahmet (kocam, patronum ve çocuğumun babası) bu duruma ne diyecekti. Ayrıca o kadar parayı nasıl bulacaktım (çok değildi ama yine de bir tiyatro oyuncusunun hemen cebinden çıkarıp verebileceği bir rakam da değildi) Ama yine bu çoklu bilinmeyenli denklemden de çıkmayı başardık ve ben bir haftalığına masal kampına gittim ki o sezonluk dizi olabilir o kadar çok şey kattı bana. Ben o bir haftadan sonra bu işi gerçekten yapmak istediğime karar verdim ve başladım masal okumaya. Tüm yaz boyunca, deli gibi masal okudum. Bir de ilk anlatıcılık denemelerime başladım. Bir kitap kulübü üyesiyim Bir Kitap Bin Sohbet, inanılmaz müthiş insanların bulunduğu bir kulüp. Her ay bir kitap okuyup onun üzerine tartışıyoruz, bununla da kalmıyoruz birbirimize her konuda destek oluyoruz. Bir kız kardeşler kulübü gibi. İşte orada "Kurtlarla Koşan Kadınlar" kitabı okunacaktı ve o kitap da masallardan oluşuyor. Ben de onlara sohbetin öncesinde masalları anlatmayı teklif ettim onlar da kabul etti sağolsunlar ve ben her ay bir masal anlatmaya başladım. Yazın depoladığım masalları paylaşma sırası da Kasım ayında geldi. Alsancak Yakın Kitabevi'nde ilk bağımsız masal akşamımı yaptım, temam "Yeniden Doğuş"tu. Sonrasında Aralık ayında hem Yakın'da hem de Bostanlı Kedi Kitabevi'nde masal akşamı yaptım. Ayrıca Aralık ayında Buca'da Ihlamur Kafe'de de "Yeniden Doğuş" masallarını anlattım Böylece serüvenim hız kazanmış oldu. Bir yandan da Narlıdere'de Üç Bedende Şifa Merkezi'nde Masal Meditasyon akşamları yapıyoruz. Karşıyaka'da Bir Artı İki'de de Ankhamaya Farkındalık Atölyesi tık tık ile ortak bir masal akşamı gerçekleştirdik.  Ayrıca İzmir Amerikan Kültür Koleji'nde çocuklara masal anlattım.
Bu ay içinde de bir çok masal etkinliği olacak ve ben bu gidişat karşısında hem çok seviniyorum hem de çok şaşırıyorum. Masal benim için büyülü bir yol oldu hem kendimi geliştirmek hem de mutlu olmak için. Umarım anlattığım masallarla bir çok kişinin de hayatına dokunabilirim.


Mantar sote

Doğadaki Güzellikleri gördükçe araştırdıkça ne kadar büyük benzerlikler taşıdığımızı  görüyorum bu akşam  için mantar   alırken  aklıma geldi , belkide  hepimiz birer mantarız...

  Ürüyor, bazıları  toplu bir  şekilde bazıları tek başına  büyüyor ,irisi var ufağı var,siyahı var, beyazı var... 

 Olmadık yerde biten mantarlar,bazen bir ağaç dibi  hatta ağacın  gövdesinde.

Zehirli mantarlar Çok güzel görünürler karşıdan,   ama hele bir  ye o zaman dünyan tersine döner...  Çok yakışıklı yada güzeldirler  güzel ve mantıklı konuşup doğru insan olduğuna inandırırlar samimiyeti iyi niyeti sizi ona bağlar. Sonrası hüsran yavaş yavaş gerçeği anlarsınızda iş işten geçmiştir.

 Grup mantarlar tek başına bir hiçtir ... o yüzden hep yanında bir kaç yalaka arkadaşıyla   gezen insanlar gibi...


 sosyal mantarlar her yerde rahatça yetişirler.  Herkesle samimiyet kuran. Her  ortama giren  her sohbette illa bilgisi olan.
 Küf mantarları, pasaklı insanları anlatmak için en uygun terim olsa gerek...
  Kültür mantarları,birileri tarafından yetiştirilen  o yüzden lezzetli olup yinede organik olmayanlardır...  Okullar okumuş ama insanlıktan nasibini tam olarak alamamış ,nerede nasıl davranacağını bilmeyen insanlar gibi.

   Dağ mantarları çok uzaklarda yetişir bir  canlının ulaşması zordur. Etli sütlüye karışmayan insanlar gibi  hiç bir şey hiç kimse umurları olmaz,onlar herkese uzaktır... 

Birde el ayak mantarları vardır,  başkalarından beslenir dedikoducu ,fesat hastalıklı beyinlidirler...gerekli gereksiz konuşur her konuda illa bir yorumu vardır.herkesi facesine ekler her yaptigini yayinlar :). en tehlikelileridir...

Bazende lezzetsiz mantatrlara denk geliriz sote yaparız, biber, domates, biraz soğan tadı gelir. Hani ailesi arkasında olmasa bir hiç olan insanlar misali...

   Normal mantarlar  zararsız kimyasal madde bulunmayan  ama şimdilerde az bulunan nesli tükenmekte olan iyi insanlar gibi... Bildiğiniz başka mantar türü varmı ? :)



Today was like summer in February......I flung open all the doors and windows to let the warm sunshine in, shook all the rugs outside and started spring cleaning!




 Then before I opened the shop this afternoon I took a stroll down to the sea. Portscatho's very own pizza hut, 'Tatams', was open for business......



they serve the most delicious stonebaked pizzas three evenings a week (Thurs/Fri/Sat) and Sunday lunchtime, and bacon rolls on Sunday mornings. I recommend!


After closing I took a last look at the sea



Those waves just keep rolling in...........


The velvet on this 1950's boudoir chair has faded to almost dove-grey now, but just imagine what it was like when first made, in this electric sky-blue!




The papering of the walls is still going on....and on....and on.....




A new acquisition is this wicker basket on wheels, designed I think to keep baby things in. The inner 'tray' which is ruched with a dainty rosebud fabric lifts up to reveal a lovely lined interior, the rosebud fabric again appearing in the base.


These little leather shoes are the most gorgeous colour aren't they! I've put one of Angelica's shoe painting cards next to them.


A few Valentine's Day cards; one an original Victorian fold-out card and the other two are replicas of cards from the 1920's which I make. The little boy in the combinations is picking the petals off a daisy, and underneath it reads, 'she lufs me, she lufs me not....'


The blushing girl with the pink bow is saying, 'I ain't nobody's sweetheart yet'!


 This necklace by Louise Taylor-Bowen is made from dyed vintage lace with pretty pink pearls and shells stitched on.



Happy Days everyone!  Spring is coming!

İç Ses - 10

Belki şehre bir film gelir, iklim değişir Akdeniz olur.
Gülümse … *
  
Şehrine filmler gelmeyen topraklarda yaşamanın ortak hissi midir bu ?
Bu söküp atma isteği , sanki her şeyin o filmin gelmeyişinin bile nedeni iklimmiş gibi bir  değişsin isteği …
  Mucize bekleyişi, iklimi değiştirebilecek ilahı kudrete iman kendine duyduğun yalın ve gerçek bir inançsızlık , derin bir kabulleniş.
   Neden sevdiğini anlamadığın , anlatamadığın  bir sevgiyle vazgeçemediğin gelgitli bir yaşam.
   Ne bırakıp gidebiliyor insan yeni filmler görmeye ne de filmsiz geçen ömre tahammül gösterebilecek kadar vazgeçebiliyor yaşamaktan.
   İnsan elini kaldıracak takatinin kalmadığını hissetse bile , tek bir adım atmaya bile mecali kalmasa da umut etmekten geçemiyor ki işte.
    Bir duvar dibinde, karanlık bir odada, cam kenarında, uyku esnasında … bir umut …

   Belki , belki iklim değişmese de filmler gelebilir bu şehre de ...


*Kemal Burkay\Gülümse


Thank you all so much for your useful and diverse comments on the matter of the old wallpaper. The shop is still in a state of transition at the moment, and I am still undecided about whether to cover it over or not. Once I have finished collaging the other walls I will get a better idea of how the room will look as a whole.


I recently came across this lovely stash of old stamps,


many of them bundled up in lots. Some of the Victorian ones have snippets of writing on. They will come in very handy when doing more collaging. 


I am just open on Saturday and Sunday afternoons at the moment, so if you fancy a stroll by the sea or lunch in the pub in Portscatho one of these cold Spring weekends (Yes, Spring comes early here) do pop by and see what's new!

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...