ÇİFT DİLLİ DÜNYA MASALLARI, TÜRKÇE-ALMANCA


Şişedeki Kadın Masalını Anlatıyoruz :)

Dünyaya Açılan Bir Pencere ( Fenster zur Welt) 7 farklı dilde masallar anlatan bir gurubun adı. Bu grup 2013 de Şirince’de gerçekleştirilen 1.Uluslararası Şirince Masallar Festivali’nde hikayeler anlatan anlatıcılar ve müzisyenlerden oluşuyor. 2013’de Şirince’den sonra Berlin’de de birçok yerde sahne alan grubun iki üyesi bu kez İstanbul’da sahne alacaklar. Bu masal gecesinde hikaye anlatıcıları Suse Weisse ve Nazlı Çevik  birlikte (duo) Türkçe-Almanca masallar anlatıyorlar. Bir masal bazen türkçe başlayıp, almanca devam ediyor. Bazen masalların kimi bölümleri her iki dilde birden anlatılıyor. Türkçe ve Almanca birbirinden ayrı olmayan, masal dilinde konuşan “BİR” dile dönüşüyor adeta. Diller arasındaki ayrım kalkıyor. Dinleyen masalların tadını çıkarırken öte yandan da her iki dilde masal dinlemenin zevkine varıyor. Masalların büyülü dünyasında kendini kaybeden dinleyici, hiç bilmediği veya çok az bildiği ikinci dil olan Almanca dil dünyasına giriyor ve o dili hiç bilmediğini veya çok az bildiğini neredeyse unutuyor. Masal anlatıcılığı sanatının yarattığı bu büyülü durum, dinleyici ile dil arasındaki bariyerin masallar aracılığı ile aşılmasına yardımcı oluyor.

Almanca bilmiyorum, nasıl anlayacağım masalları diyorsanız, bilin ki masallar müzik gibi evrensel bir dilde konuşabilirler. Nasıl ki metnini anlamadığınız bir müzik sizi başka dünyalara götürebiliyorsa, aynı şekilde dilini bilmediğiniz bir anlatıcı da, anlatımlarıyla sizi farklı diyarlara götürüp zamanı ve mekanı unutmanızı sağlayabilir. Bu da masal anlatacılığının büyüsüdürJ

Bu gecede hem türkçe-almanca, hem sadece almanca, hem de sadece türkçe masallar dinleyeceksiniz.

Anlatıcılar: Suse Weisse & Nazlı Çevik
Ne zaman: 13.12.2014

Saat: 20.00-22.00

Ücret: Tam: 30 tl, Öğrenci; 20 tl


Yer: KÖŞE Gösteri Mekanı.
Adres: Rasimpaşa Mahallesi Uzunhafız Sokak No:57 Kadıköy / İstanbul
 

NOT: Mekan’da sınırlı sayıda dinleyiciye yer olduğu için önceden rezervasyon yapnaız tavsiye edilir. Rezervasyon için; adresine mail atabilir,  info@kose.li  veya  0532 057 5673 numaralı telefonu arayabilirsiniz.


Beach therapy

I have a cough and a cold at the moment (along with half the population I suspect!), but I thought a bit of fresh air on the beach would do me good......


As always I took along my collecting bag, and this is what I came back with.....

a mixture of shells and pebbles and sea glass, some seaweed attached to a bit of shell, and a tangle of fishing line with interesting tube worm casts.

 I found six cowries, which will be ideal for decorating the tops of these tiny old wooden clockmaker's boxes.

Here's what they look like when they're finished:

I've always believed in the power of nature to make you feel better!
Keep cosy; it's gonna be another frosty night x

YÜRÜ BE KOÇUM (!)

Aslanım benim ..

Koçum ..

Paşam…


Başka güç, iktidar, fiziksel görünüş üstünlüğü dolu nice hitap duydum etrafımdaki kadınlardan erkek evlatlarına.  
  
Küçücük çocuklardan hiç fark etmeden tuhaf canavarlar yaratıp içine sıkışacağımız zindanlar örüyorlar. Üstelik bunu da belki de hayatları boyunca en azından kendi doğurdukları erkekler tarafından sevilmek için fark edilmeyen ama çok derin bir kaygıyla yapıyorlar. Bir erkek için  vazgeçilmez olmanın mümkün olmadığını kabul eden bilinçaltı o küçücük bedenlerde hortluyor.Kadın çocuğunu tuhaf bir edilgenlikle yetiştiriyor bir taraftan aslanım , kaplanım , paşam diye sevip ona taşıdığı penisin alt edilmez ! itibarını iade ederken diğer taraftan en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak biri olmasına göz yumuyor. Kendi yemeğini hazırlayamayan , kendi kirlisini paklayamayan hep bir kadına bağımlı yaşamak zorunda insanlar olacak şekilde yetiştiriyorlar.  
 
 Bir kadın topluluğu düşünün ,hayata dair çeşitli konular tartışılıyor , sohbet dönüyor dolaşıyor hasta komşuya geliyor, tamamı kadınlardan oluşan bu ekip şöyle bir yorum yapıyor
   ‘’ Kadıncağzın kızı yeni doğurdu , ilgilenemiyor gerçi oğlan evde ama ne bilsin yemek yapmayı eve iki süpürge vurmayı  ‘’  
   Hepsi anne olan kadınlar , hayata dair tek dayanaklarının kızları olduğunu fark etmiş bu kadınlar erkek evladının bir kap çorba yapamamasını normalleştiriyor.
 Yahu nasıl olabilir bir insan nasıl olur da kendi en temel ihtiyacı olan ‘’yemek yeme ihtiyacını ‘’tek başına karşılayamaz ve kendi yemeğini bile yapamayan bir cins nasıl olursa bu kadar özgüvenle bu dünyanın ağzına sıçar.Nasıl  ormanların hakimi olabilir.
    
Seks uğruna dünyayı yok sayabilecek ilkellikleri ile , hayatı üç beş farklı açıdan algılayamayan düz mantıkları ile , içlerinde barındırdıkları derin muhtaçlık ile bunca zayıflıkla nasılda vicdansız cellatlar olabiliyorlar?
    
Bu yalan iktidarın en büyük dayanağı değişemeyeceğine dair inanılmış, kabullenilmiş bir vazgeçiş hali . Bu nedenle birçoğumuz kabullenilmiş bir vazgeçişle yaşamaya çalışıyor yaşamanın bile suç sayılabileceği bir dünyada.
   Hayatta kalabilmek için,ya da  belki de  doğduğu an yok sayılmanın yarattığı bir aidiyet açlığıyla zamanla dönüşüyor kadın. Kendi kadınlığında ezilmiş gönlünü anneliğinde  temize  çekmeye çalışıyor.Bu bir çember başlangıcı ve bitişi aynı nokta olan . Ama bir kiriş kesecek bu çemberi dur bakalım diyecek.
        Ve bu olurken muhtemeldir ki erkek cinsi farkına varamayacak. Kendi çok önemli işleriyle o kadar meşgul olacaklar ki ayaklarının altından çekilen hayatın farkına varmayacaklar.
      

        Yakasında, ruhunda , geçmişinde , dününde ve yolunda bunca ölüm, bunca yasak, bunca haksızlık takılı kadınlar varlar aslanlarım  anlatabildim mi ? Analığından soyunup kadınlığıyla dikiliyorlar dünyanızın karşısında haberiniz olsun …


BELKİ

Hastasın biliyorum
Uzun zamandır yoksun olman gereken yerlerde
 
Artık üzülmüyorum buna.
 Nasıl bu hisse geldim nasıl bu kadar tükettin bütün aidiyeti şaşırıyorum.
 
Sana en çok kim ihanet etti ?
 Kim inandırdı seni bu hastalıklı dünyanın doğruluğuna ?
  Bu delilik hali nasıl başladı ?
  
Bir daha asla yakalayamacağın zamanı elinin tersiyle ittin, ölümün olduğu bir dünyada bu kadar kör nasıl olabildin?
   Sana çok kızacak kadar çok sevebilen üç beş kişiyi yalnızlık pahasına bu kadar yok saymana ne sebep oldu ?
  
     Elindeki doğrular yanlışlar listesi seni kandırıyor , hastasın ama kabul etmiyorsun ?
    
Telafi edemeyeceğin hatalar yapıyorsun , hayatın gerçeğinden çok uzakta bir kandırmacanın içindesin , ne zaman fark edeceksin ?


    Bir sabah uyanacaksın ve seni her şeye rağmen sevebilecek tek kişinin artık olmadığını öğreneceksin , seni birçok şeye rağmen sevebilecekleri de çoktan kaybettiğin için koca bir dünyada yapayalnız kalmış olacaksın .


   O çok kıymetli kuralların hesapların sana bir bardak çay doldurmayacak , arayanların sıklıkla karşılaştığı o telesekreter notundan başka mesajın olmayacak , hayat akacak , yeni çocuklar doğacak , doğmuş olanlar büyüyecek , büyümüş olanlar hayata karışacak sen sana yapıldığına inandığın hataların sen de yarattığı '' inandırılmış haklılığında'' yalnız kalacaksın.


      Hata yapıyorsun.
   
       Hastasın , kendini kandırıyorsun ,
    Enstrümanını , şarkılarını , uzun yaz akşamlarını , çıkılan yolculukları  , kurulan hayalleri , hayatın bağını bahçesini takas ettiğine  değmeyecek.   
 
    


Hatırlayabilseydin o yolları, çayları, şarkıları … elinin tersiyle itmezdin hayatı .
Kendine yarattığın yalanın yalnızlığın içinde hastalandın farkında değilsin.
      Her hastalığın tedavisi önce kabul etmekle başlar .
      Kabul edebilirsen günün birinde belki sen de iyileşebilirsin , belki Tanrı senin pişman olabileceğin kadar çok zaman vermiştir ikiniz için de .

Kimbilir 
Belki ...



ÜÇ KADIN

Müslümanlar için önemli bir zamandır Ramazan ayı hatta bence sadece Müslümanlar için değil etrafında (ülkesinde,mahallesinde , apartmanında ) müslüman olan herkes için farklı ve güzel bir zamandır.
 bizim buralarda da  kişiler için dini bir  karşılığı olsun ya da olmasın kültürün bir parçasıdır aynı zamanda .
   Müslümanların kendilerini ve nefislerini terbiye ettikleri, yoksulu anladıkları , paylaşmayı ve şükrü yeniden hatırladıkları, kötü kalpli insanların üzerlerine vazife olmadığı halde sağda solda oruçlular oruçsuzlar şeklinde listeler çıkardıkları , münafıkların gösterilerini köpürte köpürte sunabildikleri  otuz gün .  
                                                         *****
  Bir Ramazan klasiği haline gelen  iftar programlarından biri açık televizyonda aldığı maaşla çok konuşulan beyaz saçlı bir hoca hikayeler anlatıyor, kur’anı kerimi açıklıyor sonlara doğru soru cevap kısmına geçiliyor.
  O akşam da anneannem tam duyamadığı hocanın söylediklerini gençliğinden miras koşulsuz bir kabul ediş ve saygı ile dinliyor, benim elimde telefonumun kendi dünyamın yalan dolanında o sahilden bu ortancaya yol alıyorum, annem sofrayı hazırlamış en son karpuzu da sofraya koymuş ve o akşamda evlatlarını doyuracak olmanın haklı gururu ve uzun süre ayakta durmanın sonucu olan bel ağrısı ile televizyonun karşına uzanmış vaziyette …
 
   İftar yaklaşırken soru cevap kısmı var sırada.
Saçma sapan sorular geliyor hocaya ben kulak ucuyla dinliyorum .

‘’İmplant yaptırmak günah mı ? ‘’

‘’Oruçlu iken denize girmek günah mı ?’

‘’ Bir kadının beyine kendi işini kendisinin görmesini söylemesi günah mı ? ‘’

  İçimden soruların sahiplerinin neden düşünmeyi reddettiklerini soruyorum , biraz da kızıyorum . Müslüman bir kadın olarak diğer Müslüman kadınların dini de kendilerine zulüm yapmış olmalarına kızıyorum . Bu şekilde sorular sorulara ekleniyor. Bilindik cevaplar veriliyor.( İslamiyet her yıl değişmiyor zaten pek de anlayabilmiş  değilim neden her yıl insanlar aynı soruları soruyorlar .) Neyse ...
    
   Bir kaç soru sonra genç bir kadın eline aldı mikrofonu, kumral saçları omuzlarına dökülen , gözleri parıl parıl , kulağında birkaç liraya herhangi bir bijuteriden aldığını tahmin ettiğim kötü taklit üç küpe parlayan genç bir kadın. Gülümseyerek
 ‘’ Birinin sevdiğini yarı yolda bırakması günah mıdır hocam ‘’ diye sordu.

  Annem bu sorunun bittiği yerden ‘’Ah yavrum benim ‘’ dedi  sesinde tepeden tırnağa bir annelik şefkati ve kadınlık anlayışı ile . ‘’ Ne kadar güzel ah benim güzel çocuğum ‘’ dedi.
  Ben hemen kafamı kaldırdım genç kadının gözleri ekrandaydı .  
   Girişi gelişmesi ve sonucu olmayan bir hikaye yayıldı ekrandan bizim salona.
  Anneannem anlamadı tespih çevirmeye devam etti .
  Annem hüzünlendi .
 Ben şaşırdım .
                       Yine yoluma çıkan bu ortak kadınlık haline.
     
    Kafamdaki ekran üçe bölündü o an ,
                                                bir karede annem ,
                                                               diğerinde o kumral saçlı kadın ,
ve üçüncüsünde onları izleyen ben .
    
Sözsüz anlaşan üç kadın .  

     Yaşsız ağlaşan üç kadın .

       




Talland Bay and Polperro


Today J and I drove to a bit of Cornish coast that I have never visited before.....Talland Bay. The sea was all sparkling diamonds as we ate our bread and cheese lunch. Hot sun and no wind - perfect! A few people swam. I did a spot of beachcombing. Then we decided to walk the mile and a half to Polperro.......


only the bit of coast path from Porthallow had suffered a serious cliff fall in last winter's storms and so was closed. A detour led up this incredibly steep road, boy was it steep!


A first glimpse of Polperro, unfortunately at this time of late afternoon all in the shade.



This really is the best time of year to visit somewhere like Polperro, which gets so overrun with tourists in high season. Only a handful of people were wandering the backstreets now. 



The Shell House



Stone steps lead up to tiny cottages everywhere....



 This antique shop had some nice boaty bits and paintings for sale



The setting sun behind our backs as we said goodbye to Polperro and wended our way uphill..... again!


There are fireworks going off in Calstock as I write this...... so Happy November 5th everyone, it's a perfect moonlit night for a good bonfire! xxx

İç Ses - 7

Bir anlamı var mı bilmediğimiz düşünmeler, boş sayfalar ve hiç bir bok olmayacak ya diye kapıldığımız endişelerin toplamı belki de yaşadığımız bu gençlilk . 
 
Bu ülkede her nesil kendi zalimiyle savaşmış kim gün görmüş ki zaten; bir taraftan da bunu düşünüyor insan belki bu da bu ülkede hala güzel şeyler yapılabilmesinin , şiirin şarkının ölüme rağmen bir biçimde nefes alabilmenin yolu , senden öncekilerin rağmenlerine rağmen ürettiklerinden güç almak ...
     
Üretmenin tek şifa olduğunu idrak etmiş üç beş eserekli sayesinde belki de çok şey ...
    
 Ve bir de bir başkasını sahiden sevebilmekte.  
 
  Herkes o kadar teşne ki kendi ışığından gözlerinin kamaşmasına ...
     
Oysa belki yaşam kendinden geçebildiğin anlarda hissediliyor en çok , bütün o insan olma hallerinden, o tuhaf aczinden kurtulup , yol arkadaşlarım dediklerine hayran olabilecek kadar egondan sıyrılmak, sana hizmet eden karton kutulu yapay kahve muhabbetlerine sıkıştırdığın üş beş ‘’ bak ne kadar da mutsuz,mutlu,başarılıyım .. ‘’ hikayesini paylaşmak değil , mutsuzum demese de mutsuz olduğunu anlayabilecek kadar çok birilerine dost diyebilmek nefesi hissetmenin yolu …

  Kendimizden sıyrılamadığımız için işte bunca aşksızlık ve yanlışlık ve yalnızlık …
   
Herkes sadece kendine, varlığına, cebindeki paraya, mahalledeki havasına … hizmet edene yaşama hakkı sunuyor.
    
Bu bir eşik galiba , bu eşiği geçemeyen gerçeğe dokunamayacak kadar uzaklaşıyor hayattan , zengin oluyor , başkan oluyor , (cumhurun başkanı bile oluyor valla) , ama bir türlü insan olamıyor. Kendini bir bok sanmanın ötesine bir türlü geçemiyor sahip olduğunu sandığı yalanların içinden geçerek eskiyor.
 
  O görünmeyen eşiği geçebilense hayatta bir olabilmenin kıymetini , kendinden çok daha önemli başka şeylerin olduğunu anlıyor. Koca dünya üzerindeki bir zerre olduğunun idrakında yolunda yürüyor.  Bu bir olma hali sayesinde dönüyor işte koca dünya …  

Bir olma derken kastettiğim kendi varlığından vazgeçmek, kimliğini ve kişiliğini soyunmak
  yokluğunda ölürüm arabesk yaklaşımı değil kastettiğim
senin varlığın çok kıymetli diyebilmek.  
Varlığın beni ben yapan bu macerada bana çok şey kattı diyebilmek, benim sayemde diye başlayan ego çığlıklarıyla değil senin sayende diye başlayan yüksüz cümlelerle konuşabilmek…

        Yani üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek ama hiçbir kelimenin açıklayamacağı ‘o duyguyu ‘ bulabilmek hayat , aşkta da dostlukta da  ….

    ( Hayatı kaçırmayalım bence , çünkü insan manyak oluyor bir de yetmiyor nüfuslu bir kimse oluyor sonra al başına belayı .. ucu tee koca bir ülkenin akıl sağlığına gelip dayanıyor  )

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...