KADEH

Öyleyse bütün yalnız kadehler kalksın havaya 
21.yüzyılın lanetlenmiş kadın-cıklarıydık diye geçerken aklımızdan
Bi su buharı damlasın kadehten masaya 
Kaldırır mı ki bizim masa
Özdemir Bey'in masası kadar masa mıdır bizimki ?
Yalnızlığa inat 
Ruhunu aşkın peşine salmış bedenin bi uzantısı kavramışken o kadehi 
O kadeh de bu büyük lanete doğru kalksın.
Ve belki hiç yaşamayacak olan kalp 
Bi kere daha
Çarpsın 
Hüzünlü Yalnızlığına 

ÖLÜM

  Ölüme dokunabilir misin ?
  Kaç yıl önceydi hatırlamıyorum ölümün renginden neye benzediğinden hatta varlığından dahi habersiz olduğum o en çocuk yaşlarımdı. Bir gün kim bilir nasıl gündelik bir zaman dilimindeydik o an , kapı çaldı kapıyı kim açmıştı acaba hatırlamıyorum ama gelen yengemdi. Çalıştığı için gündüz hiç bize gelmezdi yengem; o gün gelmişti ama. Kapıdan girdi annem de şaşkınlıkla karşıladı yengemi ilk sorusu ‘’ne oldu ‘’ oldu;  halbuki annem evimize gelen kimseyi ne oldu diye karşılamazdı genelde esprili bir seremoni olurdu kapıda ya da en azından hoşgeeelldiniz diye karşılardı apartman merdiveninin başında. Ama o gün büyüklerin algıladığı, sezdiği, bildiği bir anormallik vardı ve annem de ilk kez evimize gelen birini ne oldu diye karşıladı. Yengem şık çantasını kapının yanına koydu ve anneme bakarak ‘’Babam öldü’’ dedi . Sarıldılar …
  Öncesini ya da sonrasını hiç hatırlamıyorum zihnim adeta o anda kilitlemiş her şeyi. Ölümün ilk karşıma çıktığı anı düşününce birden gözümün önüne düştü bu hatıra.
    Sonra kaç yıl sonra bilmiyorum ama ölümü dudağının kenarına küçücük beni kadar sakince , tüm varlığıyla taşıyan bir esmer kızla tanıştım. Bazı annelerin ölebildiğini fısıldadı bana kirpikleri. Ölümün minicik bir bedenin içindeki o ruha ilişikliğini fark ettim. Elimi uzattım tutsun diye bir ölüm karşısında ne denirdi bilmediğim yıllardı. El ele tutuştuk o esmer kız çocuğuyla, yürümeye başladık ayrı ayrı çok defa nefesimiz kesildi. Birbirimizin hiç giremeyeceği yollara girdik sandık,durakların, güzergahların çoktan değiştiğini düşündük ama bir şekilde elimiz her defasında yine değdi birbirine. Yine ben geldim dendiğinde açıldı kalbimiz; değiştik dönüştük büyüdük. Ama kesip atamadık el ele tutuştuğumuz o tanımsız bir olma halini. Ölüm bütün gerçeği ile yeşil bir odanın penceresinin arkasında gülümsedi bize ;birlikte el salladık mezar taşlarından çok daha fazlası olduğunu bildiğimiz o bahçeye. Ölümün karasına ağladığımız anlar da oldu, ‘’ölümden ötesi de yok ki’’ yi öğrenmiş o küçük kız çocuğunun özgürlüğünden korktuğumuz anlar da …    
     Çocukluğun tüm masumiyetiyle tuttuğum elin ardından yanı başıma başka bir kadın düşüverdi. Bilemezdim sınanmaları,aşksızlıkları,tercih etmeleri edilmeleri, yolları, yılları … Kustuğunuzda başınızı tutan ilahi eller vardır ya işte o ellerdendi onunkiler, kaybetmekten korktuğun ama kaybedemeyeceğini anladığın o sonsuz duygulardandı. Ölümün hem içinde hem de çok uzağındayken ya ona da değerse diye ağladığım hastalıklı anlar da oldu.
   Tanımadığım bir bedenin içinde olduğunu bildiğim tabutun yanında gerçeğin ağırlığına yas tuttuğum da oldu .
   Zamanla Bayramlarımın yaşlı elleri de gitti bir bir ölüm denen bilinmezin koynuna.
   Biliyorum artık;
      Ölüm herkesi eşitleyen adaleti ve değdiğini eksik bırakan adaletsizliği ile dolanıyor bu koca mavi düzende.
 Ama bilmek yetmiyor anlamaya. 
   Çünkü
   Bir gün bir haber geliyor ‘Ölüyor ‘ diye
   Hemen ardından koynundaki ölümle dolanan başka biri ‘Alışırsın ‘ diyor

   Sen ölümün karanlığında, tek bir kelimenin tonlarca ağırlığı altında tüm nasıllarınla, nedenlerinle susup kalıyorsun. 

MOR

''Birini her gün anımsamaktan neden kurtulamayız
Sevdiğim bir kadın sormuştu  bunu kendine ;bu aralar sevdiğim başka kadınların her gün her an mimiklerle, otobüs duraklarında , sigara içişlerde , vapurda , bir bardak rakıda , o birini hatırlayışlarına tanık oluyorum .''
    Demişim günün birinde bir köşeye . 
    Çok şey değişti mi galiba hayır , hatırlamak  bütün kadınlar gibi benim ve hayatımdaki kadınların da elinde  hançer. Zaman zaman kınından çıkarıp usulca kalbimize sapladığımız o ağır hareketin arttırdığı acımızla belki tuhaf bir rahatlama duyduğumuz ...
     Çok eskide; bir sokakta, kirli ,dağınık ve terk edilmiş bir evde kaldığını sandığımız hancerimiz; bazen  bir kadının eliyle yeniden kanatıyor bizi. Bir fotoğraf mesela, vazgeçtiğini öpen o  kadının gözünden fırlayıp saplanıyor ruhuna acısını tanıdığın bildiğin adına hatırlamak dediğin hançer. 
     Hazırlamak bizim mor lanetimiz !
     Üstelik tüm unutmaların koynunda . 
     Unutulmuşluğun dudaklarında .
     Vazgeçmişliğin kederinde
     Gitmelerin ve gelmelerin duraklarında 
     Sokaklarda 
     Rüyalarda 
     Zamansızlığıyla 
     Tüm arsızlığıyla 
     Hesapsızlığıyla 
     Sadece kendi karar verdiği anda 
     O an kapıyı çaldığında 
     Ansızın kalbine,ruhuna ve bedenine saplanan 
     Varlığına saplanan 
      Mor bir lanet 
     Bizim müthiş lanetimiz...
     


Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...