Anahtar

 Her şeyin normal sayılabileceği normallikte olduğu günlerdi. Sabah kalkışları, evdeki sakin kahvaltı hazırlığı, alışılagelmiş hareketlerle demlenen çay, yazın sıcağı, hatta dışarıdaki nemin oranı bile normal sayılabilirdi. Tam olarak normalin nerede başlayıp nerede bittiği konusunda düşünmüyordu; henüz.  Yani o da normaldi.
   Uzun zamandır ruhunu sıkan şeylerim hepsi yazla beraber çekip gitmişti sanki güney yarım küreye. O sakin, dingin kalmış yaşıyordu. Sabahları ekmek almamak için evde ilk kalkan olmamaya gayret gösteriyor, kimsenin gözüne batmayacak şekilde zaman geçiriyor ve sanki zamanı donduruyordu. Dışarıyı düşünmeden, sormadan, yorulmadan. Yedi veren gülünün goncasına bakıp hayatla ilgili saptamalar yapmıyor da değildi hani . Sonra o normal günlerin birinde tuvalet aynasının karşısındayken bir şeylerin değiştiğini hissetti; yani bu  değişim hissini fark etti. Uzun zamandır tanıdığını düşündüğü bir evde yabancılık hissediyordu. Oturduğu koltukta rahat edemiyor, mutfağa girince eli her zaman su içtiği bardağa gitmiyordu. Bu denli normalliğin ardından gelen belki de ilk anormallik bu yeniden yabancılaşma haliydi. Sanki o tezgahın kırık ucunu daha önce hiç görmemiş , perdenin üzerinde çengeli iğne ile asılı çiçeğe bakmamış, o evde hiç uyumamış, hayal kurmamış hayat olmamıştı.  
Bu yabancılığın adı yalnızlık olabilir miydi? 
Sahi herkes biraz yalnız mıydı yalnız olmalı mıydı? Bu güne dek yalnız hissetmemek adına yaptığı onca normal şey nasıl olmuştu da bir kaç saat içinde - ya da onun farkına varamadığı bir kaç dakika hatta saniye içinde- anormalleşmişti. 
    Birden bire  ruhuna bir kapı kondurduğunu fark etti, kendi dışındakileri dışarıda bırakan çelik bir kapı ...
   Ruhuna değmesini istemediği için herkesi her şeyi dışarıda bırakabileceği bir kapı ? Kapının anahtarını kalbine astı ve bir daha kolay kolay açılamayacağını hissederek anormal bir zaman dilimin normalleşmesini bekledi, gözleri ağırlaştı uyku zamanı çağırdı ve saat günaydın dedi , kalktı normal bir zamanda aydınlık bir güne ve ömre doğru yirmi sekizinci ilk adımını attı.  
     Sonrası ... 
    Taze simit kokusu ...
     

NORMAL

Ben insan sevmem
 ben aşık olmam 
ben fedakarlık yapmam 
ben yalnızım 
ben bağlanmam 
ben ağlamam 
ben başkasına ihtiyaç duymam... 
   
  İnsanlardan ne çok duyuyorum bunun gibi cümleler; onların güçlü olma güçlü kalma fikirleri altındaki hissi çözmeye çalışırken yakalıyorum kendimi. -Üstelik bu cümlenin sahibi olan ruhu tanıdığımı iddia ettiğimde bu hafiyelik benim ruhumda pahalıya patlayadabiliyor.-
   Ne olmuş olabilir ki bu sonlu ömrü  bu denli korkak geçirme kararı almışlar. Ne olmuş olabilir ki  saatler süren bir sohbet ardından bir kişinin acısına ağlayan dostların olduğu o dünyadan kaçmaya hazırlar. Neden herkes insanlara güven olmaz bu devirde deyip üstüne bunu olgunluk, yaşamışlık sayar oldu. Kimse kimse için üzülmez kimse kimse için geri çekilmez kimse kimse için yorulmaz oldu. Her şey  zihnin hesap defterine yazılır oldu ;günümüzde modernliğimizle ve dokunamadığımız sanal profillerimizle! varız . Yaşamak yerine öyle gözükmek zorunda hissediyor insanlar kendini. daha az sevgi daha büyük kalabalıklar   getiriyor, fotoğraf karesi kalabalıklaştıkça insan ıssızlaşıyor ama hiç farkında değil hastalığının yokluğunun kederinin sevincinin fark edilmediği kalabalıklar içinde tuhaf bir yaşam döngüsü bu... tuhaf yabancı ve yalancı ...
     Ve yavaş yavaş geçmişin normali  bugünün anormaline dönüşüyor geçmişten gelen normallikler bugüne çarpıp doktor doktor derdime bir çare diye sayıklar oluyor...
   Sahi şimdi tam olarak ne normal ne anormal oluyor ?
     

ÇEKMECE

Büyüklerle ben yapamıyorum 
çocuklar da almıyor beni oyunlarına 
devlet dairesinde 
yangından kurtarılmayacak 
sıkışmış bir çekmece gibiyim 
açılamıyorum sana 

Kardeşiyle sokaklarda hep 
bir örnek giydirilen sen 
nasıl sevmezsin eşitliği 
yürürken düşen çoraplarını 
aynı hizaya getirmek için 
annen değil miydi önünde diz çöken 

Öpüşme sahnesinin tam ortasında 
içeri girdiğin yazlık sinemanın 
yer göstericisiyim 
yürüyorsun fenerimin ışığında 
yer: Kız Kulesi 
ve sonu ayrılıkla bitecek 
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor 
beyaz duvarında 

Bir kez olsun çıkmazken ağzından 
seni sevdiğimi 
her gün söylememi yadırgama 
bil ki bu şehirde 
iskelenin verilmesini 
beklemeden atlarım vapurlara 

Son karesi gibi Red Kit'in 
batan güneşe doğru 
sürerken atımı 
gitme kal demeni bekliyorum 
ama yalnızca 
rüzgar çekiştiriyor atkımı


                                                                          SUNAY AKIN 

BULUŞMAK ÜZERE



               
    ''Ben varım diyebilmek mühimdir,sen varsın diyebilmek de ...
     Şiir sevmek de 
     insan sevmekte ''
      

Diyelim yağmura tutuldun bir gün 
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek 
Öbür yanda güneş kendi keyfinde 
Ne de olsa yaz yağmuru 
Pırıl pırıl düşüyor damlalar 
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın 
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına 
İşte o evin kapısında bulacaksın beni 


Diyelim için çekti bir sabah vakti 
Erkenceden denize gireyim dedin 
Kulaç attıkça sen 
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan 
Ege denizi bu efendi deniz 
Seslenmiyor 
Derken bi de dibe dalayım diyorsun 
İçine doğdu belki de 
İşte çil çil koşuşan balıklar 
Lapinalar gümüşler var ya 
Eylim eylim salınan yosunlar 
Onların arasında bulacaksın beni 


Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya 
Çakmak çakmak gözleri 
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı 
Herkes orda sen de ordasın 
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından 
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim 
Özgürlüğe mutluluğa doğru 
Her işin başında sevgi diyor 
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili 
Bi de başını çeviriyorsun ki 
Yanında ben varım


                                                   CAN YÜCEL 

İKİ KALP


....
 BEKLEMEK GÖVDE KAZANMASI ZAMANIN 
....
                                                  Cemal Süreya

HAYAT ...

    Ah hayat ne kadar da aynı ne kadar da sakin ne kadar da karmaşık ne kadar da basit ...
 Bayram sabahı aradığın bir telefon aniden ölüme açılabiliyor mesela sen yalnızlığın içinde hayal kırıklığı ile otururken yalnız, telefondaki sana ''öldü'' diyebiliyor dün defnettik; yani sen dün akşam yemekte cacık yerken ve cacığın tuzu ve nanesi hakkında bir tartışma içindeyken biri ölmüş ve defnedilmiş; bir evde yüreklere ölüm düşmüş. Sen farkında bile değilsin kendi tek kişilik dünyanın en önemlisi olarak kendi bayram yalnızlığının kederindesin. 
  Bir sabah işe gittiğinde o korunaklı dünyandan ayrılıp ulaştığın korunaklı iş yerinde bir biçimde on dört yaşından beri çalışan on sekizlik yaşlı bir çocukla tanışıyorsun. ''Ekmek parası abla ''diyor ''ne olsaydı çalışmasaydık baba parası yeseydik daha mi iyi olurdu; Allah korusun; çok şükür bizden daha kötüleri de var'' deyiveriyor ve seni mıhlıyor koltuğuna.Onun o 48 saat çalışmış uykusuz gözlerinde kendi utancını görüyorsun.
   Bir başka an çok eskilerden ama yepyeni, değişime karşı koymamış bir arkadaşın sohbetinde kayboluyorsun, dününde yarınında ; yemekler yiyorsun gülüyorsun değişimi paylaşıyorsun tanımanın tanışmanın üstelik çok eski biriyle yeniden tanışmanın tuhaf huzuruyla anlatıyorsun . Şaşkın bakışlarla yorumlar yapılıyor büyümüşlüğe dokunuluyor çocukluk yerinde parlatılır şımartılıyor ve sen anlıyorsun birlikte büyümenin verdiği o sualsiz kabullenişin biraz da dinginlik olduğunu.
   Bir akşam bir haber geliyor patlama olmuş diye, tartışmalar kin kusmalar nefret söylemleri havada uçuşurken ,sadece o an oradan geçtiği için ölen adamları ya da kadınları düşünüyorsun kim bilir belki annesine gidiyordu beş dakikaya oradayım demişti ve öyle kapatmıştı telefonunu belki de sevdiği insanla yeni bir hayat kurma planları yapan bir aşık kalpti yanarak yok olan. O koca koca adamların savurduğu beylik cümlelerin arasında dip diri ve en sert haliyle duruyor ÖLÜM ne denirse denilsin geçmeyecek bir acı savurarak etrafa o bedenlerin evlerinde dolaşıyor o şehrin üstüne düşüyor.
   Ah hayat ne kadar kısa ne kadar ucuz ne kadar değersiz..
   Ah hayat ne kadar değerli ne kadar eşsiz ne kadar ...

Stitching again......




 A few pics of my latest makes!


Little pouches filled with lavender, some of which I collected from Mum's garden earlier in the summer....


Hang them in your wardrobe to scent your clothes or by your bed to aid your sleep.
















A little peek into one of my cupboards where I keep a few of my favourite vintage finds....








and on the shelves of an old toy dresser a couple of things I bought at The Country Living Fair back in March; a porcelain cup and saucer imprinted with lace made by Amanda Mercer, and the cutest felt lamb made by Mary Kilvert, who had a stand opposite from me at the Fair and I just couldn't resist taking this little fellow home!


 The delightful card with the bunny writing a letter is an illustration by Claire Fletcher, oh how I love her paintings!




Squeal! I have had these two old bears (Billy and Monty) for about two years now, and the folding bed for longer than that, but I have only just got round to making some bedding for the little dears!


A mattress made from some wadding and a bit of old blanket, some more old blanket for a coverlet and the centrepiece of a 19th Century English quilt for the top, plus a little pillow made from hand-dyed linen.



Billy and Monty will be coming with me to be sold at The Cotswold Vintage Fair next Saturday!


I also have this other little doll's bed for sale, which has an original hand-stitched quilt, circa 1890.


After five days of almost continuous rain the sun decided to come out this afternoon!!!!!, so I took a walk up to the top of Tregonning Hill.......


The path was so overgrown it was almost impassable in places.


Gorse and heather, bracken and bramble......
Dark peaty puddles, the mud sucking at my wellies.


 Looking to the north west, with St. Ives in the distance......
From the top you can see the whole sweep of Penzance Bay with St. Michael's Mount and Mousehole, and to the south the satellite dishes of Goonhilly Earth Station on The Lizard. 




Also on the top, an old quarry with the following sign: 


This is what the Preaching Pit looks like today


 As well as being steeped in Cornish mining heritage the area is also the site of the first discovery of china clay:


It is so calm and peaceful on Tregonning hill now; the only person I saw on my two hour walk was a guy on a mountain bike!

Hope the sun is shining for you too, wherever you are x

Allahımm Sana Geliyorummmm!!!


En sevdiğim bayram olan Şeker Bayramı geldi de çattııııı.. Böyle hayat sanki Hansel ve Gratel'in eviymişçesine gibi geliyor. Bu bayram ne yapacağımı siz tahmin edinnnnn? Evet! Sevgili okuyucularım ben yine ayıptır söylemesi köpecikler gibi çalışıyor olacağım. HA HA HA! Harika bir yaşantım var! Çok açık itiraf ediyorum; bu iş akıllı insanın yapacağı iş değil. Bir kere sosyal yaşantı sıfır demiştim. Hayatınızdaki herkesin aşırı anlayışlı olması gerekiyor. Mesela geçenlerde iftar'a davetliydik. Göya ben bitirebilecektim.Kendime de gayet inanıyordum. 13 saat hiç oturmadan ama lafta değil yani gerçekten çalıştım! ve bu saat kavramında hiç abartı yok. Çalışırken iftara gitme planlarımız iftar sonrası çaya gitmeye döndü. Sonra bilin ben ne yaptım?! 20 kişilik pastayı yanlışlıkla 10 kişilik yapmışım!! Hobaaaaa!!! Ağlar mısın ağlatır mısın?! O kadar emindim ki oysa ki 10 kişilik olduğuna! Hadiiii tekrardan pastayı yaptım. Öyle üşenmek falan yok bu işte bacılar ağabeylerrr.. İşim sabah 9da başladı ve gece 12de bitti. Tabi ne fitar kaldııı ne çay ne muhabbet. Üstüne birde darılganlıklar oldu.  Buyrun burdan yakın şimdi. Demek istediğim şey, sevgiliniz varsa- ki olması bu işte biraz zor- aşırı anlayışlı olmak zorunda. Evliyseniz şans sizden yana diyebilirim. Öyle istenilen her zaman göremiyorsunuz. Arkadaşlar bir süre sonra sizi bir yere davet etmemeye başlıyorlar. Mesela ben, davet edildiğimde; canım yaaa yarına pasta var onu yapmam lazım demek zorunda kalıyorum. O yüzden bazen kalabalık ortamlara girdiğimde, şanslıysam, aaa böyle bir dünya vardı di mi? diye şaşkınca etrafıma bakıyorum. O sesler nasıl kulağıma senfoni gibi geliyor bilemezsiniz. Şu an da dünya yıkılmış birbirine girmiş veya atom bombası bir yerlerde patlamış olabilir. İnanın haberim yok! Ne gazete okuyabiliyorum ne haber seyredebiliyorum. Çokta meraklı değilim ama hiç değilse birşeylerden insanın haberi olur değil mi ya? :)) Bazen atölyede şöyle nara atıyorum; "Allahımmmm sanaaa geliyorummmmm!!!" Artık kimse verdiğim tepkilere aldırış etmiyor :) Bazen öyle yorucu oluyor ki, gözününüzün feri sönüyor, napıyorum leyn burda diyebiliyorsunuz kendi kendinize sonra beyniniz patlayacak gibi olabiliyor, daha sonra binbir sorunla karşılaşabiliyorsunuz, ama şöyle bir şey var ki; pastanızı biri yiyip gülümsediğinde - inanın o bir saniye herşeye değiyor. Hani oyuncular oyunlarını sergiledikten sonra perde kapanmadan selam verirler ve bütün salon kalkıp alkışlar ya..o an hissedilen duyguyla aynı işte.. Beni alkışlayan herkesi aynı ölçüde alkışlıyorum. Sizler sevgili okuyucularım, benim en büyük şahitlerimsiniz bu serüvenimde.. Kocaman bir imparatorluk kurmak kolay değil dostlar :) Fazla uçma kızım dyorsunuz biliyorum :) Ama en başa dönün ve okuyun lütfen.. Bugün Akşam gazetesinde ana sayfa'ya ve iç sayfada da tam sayfa olarak çıktım. Bür düşünün sevgili okuyucularım.. İmkansız diye bir şey var mı?.. Hadi dönünün en başa tekrar okuyun. O mutfakta fırınları bozan, mikseri bozulan, panikleyen macaron yapamayan kızı göreceksiniz o satırlarda.. Perikles'in dediği gibi; " Kalkın artık millet, küçük şeylerin üzerinde yeterince oturduk."

Hepinize Şeker tadında bir Bayram diliyorum..

Bon appetit!

Karagöz İle Hacivat'ı Soyan Hırsız

Karagöz İle Hacivat'ı Soyan Hırsız,

Karagöz İle Hacivat'ın Hırsız Hikayesi,Karagöz İle Hacivat Hikayeleri









Bir gece Karagözün evine hırsız girer. Karagöz sabahleyin uyanınca bakar ki, ev tam takır kuru bakır. Hırsız utanmamış ve sokak kapısını bile söküp götürmüştür. Karagöz olayı zaptiyeye, hanımı da komşulara haber verir. Komşular, evin önünde toplanır ve az sonra iki zaptiye gelir. Karagözün oğlu Yaşar, annesine sarılmış, ağlamaktadır. Küçük Yaşarın birkaç parça oyuncağını götüren hırsız acaba onları ne yapacaktır?



Karagözün evinin soyulduğunu duyan kadim dostu Hacivat, eve gelir ve evde inceleme yapmaya başlar. İki zaptiye olayı soruşturur ve hırsızı yakalayacaklarını söyleyip giderler. Zaptiyeler gidince, komşular da dağılır. Karagöz ailesinin yanında Hacivat kalır ve Karagözü sorguya çekmeye başlar.



Hacivat: Canım Karagözüm, hırsız gelmiş, dolapları, masaları götürmüş. Kapıyı sökmüş. Hiç mi gürültü, tıkırtı duymadın? diye sorar.



Karagöz: Bu ne biçim soru, Hacivat. Gürültü, tıkırtı duysam kalkıp da hırsızın ümüğüne basmaz mıyım?



Hacivat: Her neyse, olan olmuş, biten bitmiş, eşyalar gitmiş. Şimdi bir oyun etmeli de, şu hırsızı yakalamalı. Hah buldum!. Karagözüm, siz bir yandan, ben bir yandan komşuların arasına dalalım, onları senin evde bir kese altın olduğuna inandıralım. Bu durum kulaktan kulağa yayılır ve hırsızın kulağına giderse, hırsız mutlaka senin eve damlar.



Karagöz: Sen ne diyorsun, Hacivat? Bende bir kese altın yok ki?



Hacivat: Olduğunu farz et. Hırsızı yakalamak için, bu bir yem. Oltanın ucuna yem takarsan balık yakalarsın. Balık yeme gelir de, hırsız altına gelmez mi? Siz benim dediğimi yapın gerisine karışmayın.



Karagöz: Tamam, Hacivat. Senin bu tür işlere aklın erer. Bende bir kese altın olduğunu yayarız. Haydi, hanım, Yaşar, kalkın gidiyoruz.



Karagözün evinde bir kese altın olduğunu akşama kadar duymayan kalmamıştı. Eski kulağı kesiklerden olan Celal, gece yarısına kadar evin içinde dört döndü. Daha sonra evinden çıkıp, karanlık sokaklardan süzülerek geçti ve bir hayalet sessizliğinde Karagözün kapısız evinden içeri girdi. Evdekilere elindeki şişenin içindekini koklatıp altınlara konardı. Şişeyi koklattığı kazazede top atsan uyanmazdı, fakat bu defa durum bambaşkaydı. Evdekiler uyanıktılar ve onu bekliyorlardı. Celal yatak odasına girince Karagöz ile Hacivat tarafından yakalandı ve bir iple sıkıca bağlandı. Ertesi gün zaptiyeler tarafından sıkı bir dayaktan geçirilerek zindana atıldı.



Karagözün eşyaları hırsızın evinde bulundu. Kader, zaten son günlerde işsiz olan, Hacivatın bulduğu işlerde çalışarak, kışın da turşu satarak geçimini sağlayan Karagözün alnının teriyle çalışarak kazandığı eşyaları kaybedip buldurarak, onu sevindirmişti.

Susmak

Susmak konuşmaktan zordur ya da zormuş. 
Tam dilinin ucuna kadar gelen kelimeler kalbi de ruhu da sıkıyormuş. Ama büyümek kabul etmek susabilmekmiş ya. 
Konuşan, anlatan , açık olmaya çalışan hep bir deli fişektir kafasındaki kavağın yelidir ondaki kelimelerin cömertliği. Oysa ağır olmak saygı duymak çokça susmak lazımmış. Ağzına geleni söylememek zamanla onu bayatlamış şekere dönüştürüyormuş; için için tükürme isteği duyduğun kelimeleri halinden memnun bir biçimde öylece tutmalıymış olgun insan. Gözünden yaş gelse bile konuşmadan beklemeliymiş.
 Bir düşünsenize konuşamadıklarınızı sevmediğiniz komşunuzu mesela her seferinde dilinizin ucuna gelenleri, o sevmediğiniz akrabanızı mesela. Ya da saçmalamayı erdemmişcesine benimsemiş o tanıdığı.
     Aman kalpler kırılmasın aman tatsızlık olmasın dedikçe o kelimeler birike birike zehir oluyor dilde ve ne bayram şekeri ne baklava o zehrin tadını almıyor yalandan bakışmalar söylenmemişlikler ve tükürülmeyi bekleyen kelimelerimizle biz büyüyoruz ama zehir kalbimize yürüyor.
  Belki de bir bayram sabahı beğenmediği şekeri yemeyen o küçük çocuğun cesur ifadesinde kayboluyoruz .

SEVGİM ACIYOR


Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar

Turgut UYAR

KADIN

Her kadın aynı klişenin ağlarına düşüyor mu gerçekten yoksa ben çok zayıf biri miyim diye kafam karıştıkça aklım elim saçıma gidiyor.- Hayatımdaki karmaşayı çözemediğimde saçlarımı kessem o basit makas darbesi ile ikiye ayrılan saçın yere düşen kullanılmayan o kısmını kurtulmak istediğim sıkıntı olarak mı düşünmekteyim acaba ?- Birde bu malum ve pek meşhur sıkıntı durumu var erkek arkadaşlarımla her bir araya geliş onların sakin ve son derece basit hayatlarına duyduğum gıpta ile noktalanıyor . Nasıl da netler her şey onlar için ne kadar basit. Aşkta, işte, okulda, yaşamda hep bir karmaşanın, iç dinlemenin, yalnızlığın, sinirin öfkenin zaman zaman nefretin içindeki kadın yorulurken onlar yaşıyor;  zaten o yüzden kadınlar da erken ölüyormuş öyle dedi içlerinden biri.
   Aşkını yaşayamayan kıskanç kadın , yaşadığını paylaşamayan kendini yalnızlığa bırakmış korkak kadın, ilişkisini yürütmeye çalışan sabırlı kadın , güzel olma derdindeki kaybolmuş kadın ... Bir çok kadın o kadar çok şey düşünüyor ki erkeklerin bu sakin ve tek boyutlu yaşamlarına özenip kuaför yolunu tutuyor sanırım.
  Mesela bir akşam bir yemek sofrasında çok iyi tanıdığını düşündüğün erkeklerden biri senin son derece basit kurgulanmamış cümlen karşısında son derece basit ve kurgulanmamış bir biçimde '' 1000 yıl düşünsem aklıma gelmezdi bunu söylemek işte bu yüzden hep bir gerginlik hep bir hesabınız var hayatla'' deyiveriyor. Sen zaten binlerce karmaşık denklemin içinde debelenirken ve kafanın içindeki sesi duyabilecek kadar yalnız kalmışken işte tam o anda elin saçlarına gidiyor farkına varmadan ve ardından o malum cümle SAÇLARIMI MI KESTİRSEM ACABA ? ...

YAZ BİTTİ




    

yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye
ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya başlar yeni bir mevsime
orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek

geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri

yatıştırır rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsanız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi



                                                        MURATHAN MUNGAN

YAZ GÜNLERİ

 Yaz en civelek mevsim diyebilirim sanırım . Baharın o yumuşak sakin herkesi kucaklayan huzurlu halini büyülü vaatlerle elinden alan beklenilen bir mevsim yaz. Cilvesi ile her kış özlenen bakışlar attırır yazdan kalma fotoğraflara. ah gelsin ah gelsin derken tatilin sakinliğinin kucağına kendini atmayı bekler  çoğu(muz). Önce üstümüze yük olan giysileri atmaya başlarız büyük bir zevkle. Renkler de pek yakışır kendisine yazın.
     Sonra içimiz ısınmaya başlar ruhumuz dinginleşir bir bitirme telaşı gelir bedene bitsin de gidelim demeye başlarız. Denize , ormana ,aileye , eve , huzura ...
    Balkonlara atılır plastik masalar karpuz seçme üzerine kısa dersler verir babalar çömezlere. Kavun domates koklanır ve ne de güzeldir taze domates kokusu ne kadar yazdır bazı kokular. 
     Ama işte cilveli yaz bu çabuk sıkılır ilgiden verdiği huzuru sıcağıyla dengelemeye çalışırcasına yakar bazen adamı. Ter damlarken alından bedene gece ile kol kola girmeye hazırlanır yaz. Yaz ve iyi anlaşır gece yaşamın bu dönemlerinde. 
     Sonra ... Sonra yakar bazılarımızı güneş bazılarımızı kalmak bazılarımızı gitmek bazılarımızı öğrenmek biz fark etmesek de hayat devam eder mevsim yaz olsa dahi. Ölüm de, hastalık da , yara da ,hüzün de devam eder... Hayat devam ederken kaybetmişken ,kazanmışken, yorulmuşken , umut etmişken, yok saymışken yaz usul usul gider ...    

   ***
...
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri

...        
                         (Murathan Mungan\yaz bitti 'den)

Taşan Su Sürahisi ve Multifonksiyonel Mutfak Robotu



Sevgili okuyucularım, Derbeder bir savruluşun bana getirdikleri dışında tırnakların son durumu fena! Saç diplerim çıkmış durumda! Kaş bıyık derseniz hiiiçç sormayın derim! :) Erenköyde açtığım Ada Bistrou'yu hayırlısıyla kapattım. Sahi yemek yapmak benim neyim bacılar, analar, dayılarrrr!! :)) Evde güzel yemek yapmaya benzemiyor ki bir cafe işletmek hatta yemeklerini yapmak.. Bende kolları sıvadım Ya Allah! diyerek kendi alanımda sevimli mi sevimli aşırı enerji yüklü bir pastane açtım! Pasta Canavarı Pastanesiiiiiii.. Eveeeetttt! Doğru duydunuz! Nasıl ya di mi?! :)) Heheyyytt! Korkaklar, hasetler ve gözü değenler çatlasın anacığımm!! Ben bileğimin hakkıyla buraya geldim. Ne baba parası ne koca parası yedim! Sıfırdan bir imparatorluk inşa ediyorum. Kolay mı? Offff.. Ölümüne kanayan yaralarla, büyük anti-sosyallikle, Depresyonik gecelerle geçiyor hayatım diyebiliriz. Böyle bazen kendi kendimi gaza getirme yöntemleri deniyorum, evet! İnanır mısınız, zor hatta inanılmaz derecede zor ama her sabah kalktığımda içimde öyle bir ümit ve öyle bir hayat dolu hissediyorum ki.Bedenim çökse bile beynim ve ellerim bir şekilde çalışıyor..Beni başından beri takip eden çok sevgili okuyucularım bilirler ki, A noktasından B noktasına geldim ben. Hep dedim ki, eğer bir şeyi gerçekten isterseniz ona ulaşabilirsiniz. Bu her ne olursa olsun. Herşey ilk olarak istemekle başlıyor. Size inanmasalar bile unutmayın; inanmayanlar asla inananları durdurmadı!.. Amatörce başladığım Pastacılık serüvenimde artık profesyönel bir mutfak faresi oldum. Hatta kuzenim Serra'nın deyimiyle multifonksiyonel mutfak robotu demek aslında çok daha doğru diyebilirim. Başardım yahu! Bundan daha kısa ve öz ne diyebilirim bilmiyorum. Size hayatta mucizelerin gerçekleşebileceğini göstermeye çalışıyorum her fırsatta. Öyle ağır anlar yaşadım ki, size buradan anlatamayacağım, öyle yalnız hissettim ki kendimi bu yolda, kelimeler kifayetsiz kalır. Bana kimse yardım etmedi. Kimse bana yol göstermedi. Yalvardığım zamanlar oldu. Her seferinde elim bomboş duvara bakarken buldum kendimi. Sonra Vivaldi'mi açtım klasik olarak, gözlerimi kapadım ve hayal ettim. Şimdi bakıyorum, hayal ettiğim her noktadan geçmişim. "Aaaa imkansız" diye bir şey olmamış hiç! Bu arada içimden yardım etmeyip düşene birde sen vur mottosunu güden sevgili vatandaşlara sessiz küfür ettiğimi duydunuz mu? :)))) Çok ayıp banaaaa!! :))) Yargılamayın beni lütfen. Sizinde başınıza gelmiştir elbet veya gözlerinizi kısıp içinizden ver Allah ver diye yağdırmışsınızdır. En azından desarj olma yöntemi diyelim. Şimdi düşünüyorum da, Einstein babanın dediği gibi, iyi ki de yardım etmemişler çünkü şu anda her ne isem, ne yaptıysam ve nereye geldiysem sadece kendim yaptım! Bununla da gurur duyuyorum. Bize küçüklüğümüzden beri isyan etmenin çok kötü bir şey olduğu öğretildi. Evet! Bu sınıra geldim bende. Aksini söylersem yalan söylemiş olurum. Hoş hangimizin hayatı mükemmel ki.. Hangimiz gelecek hakkında düşünürken paniklemiyoruz ki. Şu anda kabullenmiş olsam da herşeyi, bunları yaşadığımı size inkar edemem. Çünkü sevgili okuyucularım, hakkaten ağladım, zırladım, bağırdım, çağırdım ve öyle bir haykırdım ki dünya sağır oldu be! Ama gel görelimm başardımmmm!!! Bu da şüphe duyanlara kapak olsun! :) Şu anda sosyal mecrada 7000'e yakın takipçim var. Hiç fena değil. Hoşşşş.. Ramazanda iştah açıcı tatlı resimleri koymamdan dolayı biraz tepki alsamda, Dostlar; koymak zorundayım napimmm!! Para kazanmam lazım, hayatımı idame ettirmem lazım! Eğer satış yapamazsam yaptığım şeylerin ne anlamı kalır. Eğer bu yüzden bana birazcık olsun negatif bir şey besliyorsanız, gönülden özürler özürler özürlerrrrr.. Ben sizi anlıyorum da, kurban olayım siz de beni anlayın! :)
Eğer kendinize inanırsanız, ama böyle şüphe duymadan, bir an gelecek ve bütün dünya sizin istediğiniz gibi şekillenek. Mükemmel olmak zorunda değilsiniz. Hiçbirimiz değiliz. Ben öyle miyim? Hayırrrrr.. Ama şunu unutmayın, biz bütün herşeyimizle, eksikliklerimizle, saçmalıklarımızla ya da hatalarımızla mükemmel canlılarız. Mükemmeliği kusursuzluk değil de kusurlarımız oluşturuyor. Bana mail atan veya mesaj atan güzel insanlara söylediğim gibi; lütfen yılmayın ve kimsenin sizi yıldırmasına göz yummayın!.. Hayat bir çırpıda geçiyor. Bir şeyi başarmak kolay değil. Kim kolay dedi ki zaten. Alın işte benim son günlerdeki durum özetim; saç baş dağılmış, ayakta durmak için yemek yiyen, vitamin bombardımanı yaşarken fiziksel olarak çöküş yaşamam, uykusuzluk gibi bilimum şeyler yaşıyorum. Bunların yanında yardım için el uzattığım herkesten ret yememde cabası. Peki ben neredeyim şu anda?! Hayata inat, herşeye inat açtım yahu Pastanemi!! Yaptım!  Biraz fazla bıdı bıdı yaptım biliyorum ama 2-3 haftadır özellikle neredeyse hiç uyumama ve aşırı strese verin lütfen. Birde tabi yaşadığım herşeye ve hayatımdan çıkardığım bir sürü gereksiz insana. Ayrıca vefasızlara ve nankörlere verin.. Affınıza sığınıyorum şimdilik. Size söz bundan sonraki yazılarım böyle taşan su sürahisi gibi olmayacak! :) Sevgili okuyucularım, size anlatmak istediğim şey; oturun bir masaya, yazın çizin hesaplayın herşeyi.. Sonra bodozlama dalın ne yapmak istiyorsanız. Bırakın inanmasınlar, bırakın yanınızda kimse olmasın, bırakın hayat üstünüze gelsin. Eğer siz inanırsanız, göreceksiniz dünya değişecek. Önemli olan o adımı atmak. Zorlukları da ehhhhh hadi be diyip elinizin tersiyle itin. Ben öyle yaptım işe yarıyor! :)

Bu Arada 15 Eylülde 11:20de MSA-Mutfak Sanatları akedemisinin Tanışma Günlerinde yer alacağım. Profesyonel anlamda pastacılık eğitimi almak veya bilgilenmek isteyen herkesi bekliyorum oraya.. 

Kendinizi sevin ve inancınızı yitirmeyin..Haydi breeee!..

Bon Appetit!



I'd like to tell you about a Fair that I will be doing for the first time later this month - I am very excited about it, not only because I know there will be the most absolutely gorgeous things for sale there, but also because it's up in the Cotswolds which has to be my second favourite part of the country (after Cornwall of course!) 

The venue is Toddington Village Hall, on Stow Road, Toddington (near Winchcombe) Gloucestershire, GL54 5DU
The time: 10am - 4pm
The Date: 25th August, which is the Saturday of the Bank Holiday weekend.

For more info go to: 

Now I've got to get busy making stuff for it!
xxx

TUHAF

 Hani aslında basit bir geç uyuma sendromudur yani seramonisiz. 
 Aşk acısı ya da ne bileyim şiirdeki gibi hastanın ızdırap içinde sabahı beklemesi de değildir , basit bir uykusuzluk sadece. Belki farkına bile varmadan devirirsin saatleri ve sabah olduğunu hatırlatan sesler kokular yayılır odana. 
 Kuşlar öter geceye has geceye ait sessizliğe son vermek istercesine geceden intikam alır gibi.
  Sonra -eğer mevsim yazsa-gecenin dinginliği yerini sabah serinliğine bırakır ki çoğu zaman rahatlatıcı bir etkisi vardır bedene. 
 Ve gökyüzü renk değiştirir ; şehirle anlaşması olan gece karasını yavaş yavaş çeker , örttüğü kinin, acının kalabalığın hasretin önemin ve özlemin üstünden. Ve renkleri görürsün çoğu zaman adını bilmedin geçişlerini de. Şu ufuktaki evlerin hemen üstündeki nasıl bir mavi acaba diye düşünürsün saks olabilir mi? Peki onu takip eden yavru ağzımı-ne kadar seksi bir renk ismi  o da öyle - biraz kırmızılık var ama kırmızı kadar sert değil e o zaman ne? Sen renklerin ta kendisi ile meşgulken bulutlar değişir her uykusuzluğun resmi başka olur bu yüzden; çünkü bulutlar bebekler gibidir her gece değişirler büyürler oyun oynarlar ? 
  Tüm bunlar olurken yani şehrin büyük kısmı uyurken sen uyumuyor oluşunun tuhaflığından uzaklaşırsın , çok olanın normal olduğu fikrini kimin icat ettiğini düşünme işini daha uygun bir saate bırakırsın ne de olsa bu saatte olmaz.
   Ya da belki de tüm bunlar olmaz , sebebini bilmediğin tuhaflığının içinde yine tuhaf bir saatte uyumak için ; sadece öyle olması gerektiği için kafanı bırakıverirsin yastığına? Duruma en uygun sıfatı kullanmış olmanın verdiği boş rahatlama ile düşünmekten vazgeçersin neyin ; ne zaman, nasıl ve ne kadar tuhaf olduğunu ...

Big changes afoot!


Don't forget - this Sunday, 5th August, the HOMESPUN SUMMER FAIR in Portscatho!
Doors open at 10am, entry is free. Ends at 3pm
Tea and homemade cakes sold in aid of The Cornwall Wildlife Trust, all made by the stallholders.
20 different traders and makers in one venue selling an array of vintage and handmade delights, not to be missed!

Sorry for my absence......I guess I have been taking a bit of a holiday from blogging......
As you may recall from my post last winter I have been wanting (needing) to make changes in my life, and it was all set in motion with the selling of my cottage in February. Now I am happily settled into my new quiet village life and loving the countryside around me. The next move was buying a camper van, which I have been dreaming about for the last three years. A couple of weeks ago I picked it up from the garage, a commercial five-year old VW Transporter T5 van which has been converted into a camper to my own specifications, and I can tell you it's everything I dreamed it would be! My first trip was up to Dorset to camp for a few days with my brother and his family. Fortunately the day we left the awful weather ended and there followed a solid week of sunshine; what bliss after that unspeakably dreadful start to the summer!

I have also handed over the running of The Sea Garden to Gertie, helped by Patsy and a new lady, Wendy, so that I can enjoy a summer break for the first time in 13 years! And the big news is that Gertie has decided that she would like to officially rent the shop from me starting in September. This is what I hoped might happen, as I have known for a few years now that I no longer wished to carry on running the shop myself, but I knew that Gertie was the only person I wanted to take over the mantle as it were. The Sea Garden will continue to sell all the things it has become known and loved for, and the commitment that Gertie, Patsy, Jane, Angelica, Wendy and I have to making and sourcing all the vintage and handmade goods will not change. My work will still be available for sale in the shop. Speaking of which, here are some pics of my latest makes, which will be on sale in the shop soon.......!






A trio of vintage charm and bead lariat necklaces on knotted leather,



and a couple of little charm necklaces on chains.
The lovely old Dickins and Jones box came from the Antiques Arcade on the seafront in Lyme Regis, where I also found these beautifully crafted wooden fishing net needles. I thought they might be rather nice as a base for winding vintage lace or ribbon around. Always looking for alternative ways of presenting goods for sale!


Thank you dear friends for your continued support as followers, even when I don't blog very regularly!
x x x







Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...