Ah, such glorious weather this week......

On Tuesday I drove to one of my favourite beaches, Polly Joke near Crantock.


As soon as I had learnt to drive when I was 17 this was somewhere I loved to go to be alone, sometimes with a good book or sketchbook and pencils in hand. There are no buildings in sight from this beach, no cafe, no toilets, only a small car park a five minute walk away but hidden in the valley. All the surrounding land is owned by The National Trust and so will thankfully remain unspoiled, hopefully forever. It was this particular stretch of the north Cornish coast, from West Pentire to Polly Joke, that the author Winston Graham most frequented when writing his Poldark novels, and where he imagined Nampara, the home of Ross and Demelza, to be located. I was so homesick for Cornwall when studying my Textiles degree at Winchester School of Art that I read all 11 Poldark novels back to back. They transported me back to the places I loved so much.

Today - Sunday lunch at Halwyn!

The hot chocolate is to die for - choose either plain choc or mint choc chip, with whipped cream and a malteser on top!

Organic bacon and cheese in a granary bap, with lovely crisps and a salad full of berry fruits (Strawberries, blueberries, grapes, raspberries) and home-grown salad leaves and cherry tomatoes. Yum! Have I mentioned the three different kinds of salad dressing and two varieties of fruity pickle?

The lovely couple who run Halwyn Tea Garden completely renovated the old farmhouse they now live in. It really is a blissful spot at the end of a dead-end track (deemed 'Not Suitable for Motors'), with the most wonderful views over the River Fal and the only occasional sound: the chugg chugg of a boat engine as it glides along far below.


Walking back after lunch through the woods the dappled sunlight was beautiful; glimpses of sparkling water through the trees, the shrieks of children actually swimming in the river!

I promised you some pictures of the creek with the tide (almost) in......






Sublime stillness

Do hope the sun has been shining on you too today and it has recharged your batteries for the week ahead. x

Dürüst oduncu



Evvel zaman içinde bir ormanın kenarında küçük bir köy varmış. Bu köyün erkekleri ormanda odun keser, sonra kestikleri odunları satarak geçimlerini sağlarlarmış. Bu odunculardan birisi köyün en dürüst oduncusu imiş.
Hiç yalan söylemez, kendi kazandığından başkasında gözü olmazmış.
Bir gün, bu dürüst oduncu odun kesmeye ormana gitmiş. Baltasını bir ağacın dibine bırakıp başlamış kesebileceği bir ağaç aramaya. Gözüne bir ağacı kestirdikten sonra baltasını bıraktığı yere gitmiş. Ancak baltasını bıraktığı yerde bulamamış. Sağa bakmış yok, sola bakmış yok. Çaresiz başlamış ağlamaya. “Ben şimdi ne yaparım ne ederim. Baltam olmadan nasıl odun keser para kazanırım” diyerek gözyaşı dökmüş.
Oduncunun halini gören orman . cini, oduncunun haline acımış. Hemencecik altından bir baltayı oduncunun yanına göndermiş. Oduncu “Benim baltam altından değildi” diyerek baltayı almamış.
Orman cini bu sefer gümüşten bir baltayı oduncunun yanına göndermiş. Oduncu “Benim baltam gümüşten de değildi” diyerek gümüş baltayı da almamış.
Orman cini bu kez de oduncunun kendi baltasını göndermiş.
Oduncu kendi ağaç saplı demirden baltasını görünce sevinmiş. “İşte benim
baltam bu!” diyerek baltasını omzuna atmış. Orman cini oduncunun dürüstlüğü karşısında memnun kalmış. Oduncuya hem altın, hem gümüş baltayı hediye etmiş. Aldığı hediyelere çok sevinen oduncu, neşe içerisinde köyünün yolunu tutmuş. Köyde karşılaştığı odunculara başından geçenleri anlatmış. Altın ve gümüşten baltaları gören diğer oduncular hemen baltalarını alıp ormana koşmuşlar. Ormanda baltalarını kaybetmiş gibi yapıp ağlamaya başlamışlar. Orman cini de hepsine birer altın balta göndermiş.
Oduncular altın baltaları görünce “İşte bizim baltalarımız!” diyerek baltaları sahiplenmişler. Orman cini oduncuların açgözlülüklerine çok kızmış. Oduncuların baltaları eski haline dönüşmüş. Bununla da kalmayıp baltaların sapları çıkmış, başlamış sahiplerinin kafasına inmeye. Oduncular, kaçıp canlarını zor kurtarmışlar.
Bir daha da açgözlülük yapmamaya söz vermişler.

Anne Kırlangıç Masalı





Havaların serinlemeye başlamasıyla birlikte kışın geleceğini anlayarak göç eden kuşların arasında küçük bir kırlangıç ailesi de varmış. Birbirlerini çok seven, mutlu ve huzurlu bir yaşantı süren bu aile, havalar ısındığı zaman dönmek üzere yuvalarına veda etmişler.

Birkaç ay süren ayrılıktan sonra bütün göçmen kuşlar asıl yuvalarına dönmeye başlamış. Küçük . kırlangıç ailesi de yorucu bir yolculuktan sonra yuvalarına dönmüş. Deniz kenarında, etrafı dağlarla ve yemyeşil ağaçlarla çevrili bu küçük sahil kasabası, genç kırlangıç ailesinin asıl yurduymuş ve onlar her kış göç etmek zorunda kalsalar da asıl yuvalarından asla vazgeçmezlermiş. Kırlangıçlar günler boyunca, çetin geçen kışın büyük ölçüde tahrip ettiği yuvalarını . onarmaya çalışmışlar. Bu çalışmalarının neticesinde eskisinden çok daha güzel bir yuvaya sahip olmuşlar. Sıra anne kırlangıcın yeni

yavrular için kuluçkaya yatmasına gelmiş. Anne kırlangıç yumurtaların üzerine yatıp yeni yavrularının olacağı günü sabırla beklemeye başlamış.

Bazen anne kırlangıç sürekli yumurtaların üzerinde yatmaktan yoruluyor, o zamanlarda baba kırlangıç annenin yerini alıp yumurtaların üzerine yatıyormuş. Bu sayede anne kırlangıç uçup kendisine yiyecek bulabiliyor ve bir süre gezebiliyormuş. Anne ve baba kırlangıçların ortaklaşa beklemeleri sayesinde nihayet yavruların yumurtadan çıkma günü çabucak gelip çatmış. Tam altı tane yavruları olmuş. Her ikisinin de sevincine diyecek yokmuş. Yavruları, her türlü tehlikeden canları pahasına koruyor, onların üzerine titriyorlarmış.

Anne ve baba kırlangıç tıpkı kuluçka zamanında olduğu gibi yine ortaklaşa yavrularına yiyecek bulup onları besliyorlarmış. Bir gün yuvalarında kendilerine ait olmayan yaralı bir yavru kırlangıç olduğunu görmüşler. Emin olmak için yavrularını sayıyor ve her seferinde yedi yavru olduğunu görüyorlarmış. Bu yaralı yavru muhtemelen bir insan . tarafından onlara ait olduğu düşünülerek yuvalarına bırakılmış. Anne kırlangıç bu yabancı yavrunun kendi yavrularına zarar verebileceğini düşündüğü için bu yavru kırlangıcın yaralı olmasına aldırmadan onu itekleyerek yuvadan aşağı atmış. Düşmenin etkisiyle zaten yaralı olan yavru iyice kötü duruma gelerek acı içinde çırpınmaya başlamış. Onu yuvadan atan anne kırlangıç bu halini görünce büyük bir suçluluk hissetmiş. Hemen yanına gidip yardım etmek istemiş, ama bunun için artık çok geçmiş. Yavru ölmek üzereymiş.

O sırada başka bir anne kırlangıç deli gibi sağa sola uçup duruyor bir şeyler arıyormuş. Her hâlinden bu yaralı yavrunun annesi olduğu ve kaybolan yavrusunu aradığı belliymiş. Çok geçmeden yavrusunu can çekişir bir hâlde bulmuş. Yavrusunun yanına doğru hızla kanat çırpmış. Onu kurtarabilmek için elinden geleni yapmış, ama çabası boşunaymış.

Yavrusunu kurtaramamış. Zavallı anne kırlangıcın gözlerinden yaşlar boşalmış.

Başını yukarı kaldırıp da kırlangıç yuvasını görünce olanları tahmin etmiş. Bir an

hissettiği acının büyüklüğü ile bu kırlangıç yuvasını dağıtıp içindeki yavruları öldürmek istemiş. Çünkü o bir anneymiş ve başka bir annenin merhametsizliği yüzünden yavrusunu kaybetmiş. O bu şekilde düşünüyormuş ama diğer anne kırlangıcın yavrularını korumak için bunu yaptığından ve sonra da çok pişman olduğundan tamamen habersizmiş. Yinede yapamamış. O bir anlık öfkeyle merhametsizlik yapabilecek bir kırlangıç değilmiş ve yavrusunun ölümüne neden olan anne kırlangıç gibi olamazmış. Öfkesine yenilseymiş o da merhametsiz anne kırlangıçtan farksız olacakmış. Öyle olmamak için acısı kalbini gömerek yuvasına geri dönmüş. Yuvadaki diğer yavruları ile ilgilenmeye başlamış.

Aradan günler geçmiş. Zavallı anne kırlangıç, acısını unutmuyor, diğer yavruları ile teselli bulmaya çalışıyormuş. Bir gün yavrularına yiyecek bulmak için yuvadan ayrıldığı zaman şahit olduğu bir olay onu şaşkına çevirmiş. Yavrusunu yuvasından atıp ölümüne sebep olan anne kırlangıcın yuvasına bir kedi saldırmış. Kedi yuvayı dağıtmış, yavrulardan birkaçını ve baba kırlangıcı öldürmüş, anne kırlangıcı da öldürmek üzereymiş. Bir anda bu anne kırlangıca olan bütün öfkesini unutmuş ve hızla uçup kedinin önünden geçerek dikkatini

dağıtmış. Son anlarını yaşadığını düşünen kırlangıç, merhamet sahibi anne kırlangıç sayesinde hem kendisi hem de hayatta kalan iki yavrusunu kurtarmayı başarmış. Merhametli kırlangıç iki yavruyu ve yaralı annelerini kendi yuvalarına taşımış. Hepsiyle yakından ilgilenerek yaralarını iyileştirmiş. Yaralı anne iyileşene kadar da onun iki yavrusuna sanki kendi yavrularıymış gibi bakmış. Yaraları iyileşen kırlangıç bu merhametli kırlangıç

karşısında kendini çok suçlu hissediyormuş ki; utancından merhametli kırlangıcın yüzüne bile bakamıyormuş. Bir gün dayanamayarak hissettiklerini söylemeye karar vermiş ve:

- Merhamet sahibi, iyi kalpli kırlangıç size karşı öyle suçluyum ki, çok utanıyorum. Ben her ne kadar kendi yavrularımı korumak için yapmış olsam da vicdansız bir şekilde hareket ettim ve sizin yavrunuzu yuvamdan atarak ölümüne sebep oldum. Sonrasında çok pişmanlık duydum ama pişman olmak için bile çok geç kalmıştım. Bir anne için evlâdı her şeyden değerlidir. Ben sizi evlâdınızdan ettim. Siz ise buna rağmen benim ve iki yavrumun hayatını kurtardınız. Benim yaralarımı iyileştirmek için elinizden geleni yaptınız. Yavrularıma da sanki kendi yavrularınızmış gibi bakıyorsunuz. İçimdeki suçluluk duygusu beni öldürecek. Ben affedilmeyi hak etmiyorum ama yine de sizin merhametinize güvenerek beni affetmenizi istiyorum. Siz beni affetseniz bile ben kendimi asla affetmeyeceğim demiş. .

Merhametli anne kırlangıç:

- Pişmanlığınıza inanıyorum. Keşke bu acılar hiç yaşanmasaydı. Ama yaşandı.

Biz artık hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Sizi tabiî ki affediyorum. İlk zamanlar çok kızgındım ve sizi affetmemeye kararlıydım. Ama kini sürdürmek kimseye fayda getirmez. Ayrıca siz benimkinden daha büyük bir acı yaşadınız. Hem kötülükten kimseye fayda gelmez. Artık sizin de buna inandığınıza ve kalbinizi iyilikle donattığınıza inanıyorum. Affetmek en güzel özelliktir. Ben de sizi affediyorum ve size dostluğumu teklif ediyorum, demiş.

Anne kırlangıcın pişmanlık ve utancından yüzü kızarmış. Bu kadar iyiliği hak

etmediğini düşünüyormuş. Yine de bu kadar iyi bir . kırlangıçla dost olma fırsatını kaçırmak istemiyormuş. Bu iyi kalpli kırlangıcın dostluk teklifini memnuniyetle kabul etmiş.

O günden sonra iyiliğine ve merhametine hayranlık duyduğu bu kırlangıcı kendisine örnek alarak onun kadar iyi bir kırlangıç olmaya çalışmış. Bunu başarmış da. Zamanla en az merhametli kırlangıç kadar iyi bir kırlangıç olmuş. Bu . büyük dostluktan sonra her yıl göç zamanı dostuyla birlikte yola çıkıyor ve yine dostuyla yuvalarına geri dönüyorlarmış. Merhametli anne kırlangıçtan çok şey öğrenen ve iyi kalpli olmayı başaran anne kırlangıç bir gün en az kendisi kadar iyi kalpli bir eş bulup yeni bir yuva kurmuş. Bu iki kırlangıç ailesi hayatları . boyunca çok iyi dost olarak yaşayıp gitmişler...

Altın yumurtlayan tavuk



Yemyeşil, küçücük bir köyde yoksul bir köylü yaşarmış. Bu köylünün bir tavuğu varmış. Köylü tavuğu çok severmiş. Tavukta ona her gün bir yumurta yaparmış. Ama bu yumurtaların ilginç bir özelliği varmış. Yumurtalar altındanmış. Köylü her gün kümesten aldığı altın yumurtayı şehre götürür, kuyumcuda satarmış.
Yoksul köylü giderek zenginleşmeye başlamış. Zenginleştikçe huyu değişiyormuş. Artık para kazanmak için çalışmak zorunda kalmıyormuş. Çalışmadan, yorulmadan para geldiği içinde paranın değerini bilmiyormuş. Gereksiz yere para harcamaya, ihtiyacı olmayan şeyler almaya başlamış. Lüks içinde yaşamaya alıştığından bir süre sonra para yetersiz gelmeye başlamış.
Artık daha fazla parası olsun istiyormuş. Kümese gittiğinde, tavuğu eskisi kadar sevip okşamıyor, ona verdiği altın yumurtalar için minnet duymuyormuş. Zamanla tavuğun karnında bir hazine sakladığına inanmaya başlamış. Eğer tavuğun karnını keserse bu hazineye ulaşacağını, ömrü boyunca krallar gibi yaşayacağını düşünüyormuş.
Aç gözlü köylü, bir sabah elinde bıçakla kümese girmiş.Tavuk köylünün kötü niyetini anlayıp kaçmaya başlamış. Ama köylü hazineye ulaşmayı kafasına koymuş. Yakaladığı gibi kesmiş tavuğu. Acele ile karnını açmış, merakla içine bakmış, bir de ne görsün? Tavuğun karnında ne altın var, ne de hazine. Aç gözlülük yaptığı ancak o zaman aklına gelmiş. Ama artık iş işten geçmiş.

Ağaçların gövdelerini kemiren tavşan


Ağaçların gövdelerini kemiren tavşan Masalı
Bir varmış bir yokmuş, hayvanların başından geçenler dağdan taştan, ormanlardaki ağaçlardan daha çokmuş. İşte bugünlerden birinde, güzel bir sonbahar sabahı kaplumbağayla tavşan yolda karşılaşmış;
“Yolun nereye böyle kaplumbağa kardeş” demiş tavşan. “Hava öyle güzel ki, şöyle bir dolaşmaya çıktım. Ama madem kısmetimizde bugün karşılaşmak varmış, bu güzel gün farklı olsun, eğlence düzenleyelim.” Hemen bir tekne bulmuşlar ve pirinç unundan hamur yapmaya başlamışlar. Amaçları börek yapmakmış. Ama beraberce çalışırken, tavşanın aklı fikri kaplumbağayı kandırmakmış, sürekli onu nasıl kandırabileceğini düşünüyormuş.Çünkü o böreğin hepsini tek başına mideye indirmeyi planlıyormuş. Düşünmüş taşınmış ve sonunda kaplumbağaya şöyle demiş:

“Kaplumbağa kardeş bence şöyle yapalım;bu tekneyi tepeden aşağıya yuvarlayalım, kim daha önce yakalarsa böreği o yesin.”
Kaplumbağa önce kesinlikle bu bahse girmek istememiş.Çünkü çok hızlı bir hayvan olan tavşanın , onu yarışta geçeceğinden eminmiş.Ama tavşan o kadar ısrar etmiş ki, sonunda kaplumbağa da olur demek zorunda kalmış. Bu arada da aklına bir kurnazlık gelmiş. Bir ara tavşan ona bakmazken, börek yapışmasın diye teknenin içine su serpmiş.
Sonra tavşan tekneyi tepeye taşımış, aşağı doğru yuvarlamış ve arkasından nefes nefese koşmaya başlamış. Öylesine heyecanla koşuyorymuş ki, böreğin tekneden düşüp bir ağaca yapıştığını görmemiş bile.
Kaplumbağa ise yavaş yavaş tepeden aşağı iniyormuş. Ağacın yanına gelince de böreği yemeye başlamış.
Tavşan sonunda tekneyi yakaladığında bir de bakmış ki börek yok! Hemen tekrar tepeye doğru koşmaya başlamış. Ta uzaktan kaplumbağanın böreği afiyetle yemeye başladığını görmüş.
Tavşan, girdikleri bahse göre böreği ilk yakalayanın yiyeceğini biliyormuş Yapacak bir şeyi yokmuş. Ama karnı da çok aç olduğundan yalvarmaya başlamış;
“Canım kaplumbağa…Üst tarafını sen ye, ama alt tarafını bana bırak ne olursun…”
“Alt tarafını üst tarafını bilmem, bu börek biraz çiğ ama yine de çok lezzetli olmuş” demiş kaplumbağa.
Böylece hepsini yemiş, silimiş süpürmüş. Karnı da patlayacak gibi doymuş ve tavşana dönüp şöyle demiş:
“Sevgili tavşan kardeş. Bu gerçekten de çok güzel bir ziyafet oldu. Çok teşekkür ederim, istersen seneye tekrar ederiz.”
Sonra da evine gitmiş. Tavşanın ise ağzının suyu akıyormuş. Çünkü karnı gerçekten çok açmış. Ağacın üzerinde biraz börek kırıntısı olduğunu görünce orayı kemirmeye başlamış.
İşte, tavşanlar o gün bu gündür ağaçların kabuklarını kemirmeyi çok severler.

İyi Geceler Masalı



Maviş Kedi Masalı
Geceleyin herkesin uykuya daldığı bir sırada Beyza bir tıkırtı duydu. Önce pencereden baktı, orada birşey yoktu. Sonra gözünü odanın kapısına çevirdi aynı sesi yine işitti.

- Tık tık!

Hemen yatağından kalktı. Kapıya yöneldi. Bir yandan da korkuyordu.

- Kim o? dedi ses yok. Tekrar ;

-Kim o?

-…..

Yine ses gelmeyince bir cesaretle kapı koluna uzandı, yavaşça indirdi ve kapıyı birazcık araladı. Baktı, kimse yoktu.”Neyse canım “deyip yatağına yattı. Gözlerini kapadı, işte tam o sırada yine aynı ses. İçinden, bu sefer kapıyı sonuna kadar açacağım ne olursa olsun, diye geçirdi.

Kapıyı açtı bir de ne görsün: minicik bir kedi. “Nerden girmiş olabilir ki, biz apartmanın üçüncü katındayız” dedi kendi kendine. Birden aklına geldi ve “Buldum, mutfak camından girmiştir. Orada apartman boşluğu var.”dedi.

-Ayy! Ne tatlı şeysin sen öyle. Şirin kedi, güzel kedi, maviş kedi.

Kedi beyazdı gözleri de mavi. Kedi Beyza’nın bu güzel sözlerine teşekkür etmek istercesine Beyza’nın yanına sokuldu.

-Miyavv, miyavv!

-Gecenin bu vaktinde sen ne yapıyorsun bakalım burda?

-Miyavv!

-Karnın mı acıktı? Gel , mutfakta sana yarar bir şeyler var mı? Ama sessiz ol.Kimseyi uyandırmak istemiyorum. Benim annem ve babam çalışıyor. Bu nedenle sabah erken kalkacaklar.

Birlikte mutfağa gittiler. Beyza buzdolabına yöneldi.

-Hımm! Bakalım sütümüz kalmış mı? Aaaa! Evet kalmış.Çok şanslısın Maviş. Dur biraz ısıtalım.

-Miyavv, miyavv!

-Hişş! Sessiz ol.Uyandıracaksın herkesi.

Beyza sütü ısıttı.”Al bakalım, güzel güzel sütünü iç, ama yere dökme, annem kızar” dedi. Kedi sütünü hızlı hızlı ve yalayarak içmeye başladı.

“Zavallı kedicik ne kadar da acıkmış” diye düşündü Beyza.

Sütünü içen kedi biraz hareketlendi, mutfakta oradan oraya dolaşmaya başladı. Az kalsın mutfağın karşısındaki yatakodasına girecekti. Beyza kediye şöyle bir baktı. Kedi olduğu yerde kaldı. Beyza:

- Hişşt! Yavaş, odama gidiyoruz yaramazlık yok, dedi.

Odaya geçtiklerinde Beyza’nın aklına süt tabağını yıkamadığı geldi. “Neyse”, dedi sonra “bir şey olmaz, hem nasılsa musluğun altına koydum annem yıkar sabah”.

Beyza kediye: “Hadi uyuyalım artık , sabah olacak” dedi. Ve onu alıp yatağının altındaki mindere koydu.

-Haydi, dedi, uyu şimdi.

Kedi Beyza’ya gözlerini dikmiş bakıyordu. Beyza: “iyi geceler” dedi, uyudu.

Sabah kalktığında kediyi pencerenin kenarına çıkmış dışarı bakarken buldu. Dışarıyı mı özlemişti acaba ? Ama önce kahvaltı yapmalıydı. Annesi işe gitmeden kahvaltıyı hazırlamıştı. Hemen gidip yemeğini yedi, kediye de biraz süt koydu.Yemeklerini yedikten sonra dışarı çıktılar.

Çok güzel bir gündü, kış mevsimi olmasına rağmen güneş varlığını hisettiriyordu. Yolda giderken Merve’ye rastladılar. Beyza:

-Merhaba Merve, nasılsın?

-İyiyim Beyza, sen nasılsın?

-Ben de iyiyim.

-Aaa! O kedi senin mi?

-Evet.

-Ne güzelmiş.

-Teşekkür ederim.

-Görüşmek üzere Beyza.

-Görüşürüz Merve.

Beyza kedisine bir isim koymak istedi. Ya Merve ismini sorsaydı ne diyecekti. Hemen bir isim bulmalıydı.

-Buldum Maviş olsun, hem gözlerin de mavi, dedi kediye dönerek. Duydun mu kedicik, bundan sonra senin adın Maviş.

Merve arkadaşlarıyla bahçede oynuyordu. Arkadaşlarından Aylin üzgün görünüyordu. İstop oynuyorlardı. Herkes topa koşuyordu .Fakat Aylin olduğu yerde kalıyor dalgın dalgın . önüne bakıyordu. Merve yanına gidip ;

-Ne oldu Aylin , niye üzgünsün ?, diye sordu.

Aylin:

-Merve biliyor musun, benim küçük kedim kayboldu.

-Nasıl yani?

- Sabah kalktığımda yoktu, her tarafa baktım yok.

-Canım çok üzüldüm. İnşallah bulursun. Nasıl bir kediydi?

-Böyle beyaz . renkte, mavi gözleri olan küçük bir kedi.

Hımm! “Bu kedi Beyza’nın kedisine çok benziyor o olmasın” dedi içinden “Aylin ile Beyza’nın evleri birbirine yakın. Ama yok canım sanmam. Öyle olsa benim demezdi herhalde. Bu özelliklerde olan kediyi gördüm mü desem acaba?” diye geçirdi içinden.”Ama yok ” dedi, en iyisi önce Beyza ile konuşmak.

-Arkadaşlar ben bir yere kadar gidip geleceğim , siz oyununuza devam edin.

Merve Beyzalar’a gitti, zili çaldı. Beyza:

-Merve hoşgeldin!

-Hoşbulduk Beyza

-Buyur içeri gir.

-Yok girmeyecğim, arkadaşlarla oyun oynuyorduk da döneceğim. Sana bir şey sormaya geldim.

-Kedi gerçekten senin mi?

-Evet, ne oldu ki?

-Nasıl yani satın mı aldın?

-Yoo!, buldum.

-İşte bulduysan o kedi bir başkasının olabilir.

-Hayır olamaz, o benim.

-Tamam kızma. Ben sadece merak ettim. Sizin iki apartman yanınızda Aylin oturuyor. Kedisini kaybetmiş de tarif etti nasıl bir kedi olduğunu; beyaz, mavi gözlü, küçük.

-Öyle mi? dedi Beyza. “Bu kedi onun kedisi miydi şimdi. Aaaah, olamaz,” diye geçirdi içinden ama söylemedi. Söylerse kediyi vermek zorunda kalacaktı .Hem niye söylesindi ki kediyi gidip almamıştı , o gelmişti. Belli ki memnun değil yerinden, diye düşündü.

-Peki ,dedi Merve, rahatsız ettim , hoşçakal!

-Beyza kapıyı kapattığında sanki içinden bir şey kopmuştu. Üzülmüştü. Acaba yanlış mı yapmıştı? Maviş’ e şöyle bir baktı. Sonra Beyza’nın odasına gittiler. Kedi hemen camın önüne geçti ve dışarı bakmaya başladı. Beyza da yatağına uzanıp düşüncelere daldı.

Acaba kendi kedisi kaybolsa ve bulan kişi de geri getirmese ne yapardı? Çok üzülürdü herhalde, bulan kişinin geri getirmesini isterdi sonra.

Bunları düşünürken gözü Maviş’e kaydı. Özlemiş miydi sahibini peki, “sürekli camdan bakıyor” diye geçirdi.

Beyza düşündü düşündü en sonunda Maviş ‘i sahibine vermeye karar verdi. Hemen Maviş ‘i de alıp Merve’nin yanına gitti. Merve şaşırmıştı.

-Merhaba Beyza!

-Merhaba Merve!

- Ne oldu, hayırdır?

-Merve’ciğim, sana bir şey söyleyeceğim:

-Bu kedi benim değil. Dün gece mutfak camından girmiş. Odamın kapısının önünde buldum. Sanırım yolunu kaybetti. Bu Aylin ‘in kedisi. Hadi kendisine verelim.

Merve çok sevindi. Birlikte Aylinler’e gittiler. Aylin kapıyı açtı, kedisini görünce sevinçten havalara uçtu. Hemen onu kucağına aldı.

-”Nerden buldunuz? Çok teşekkür ederim.”dedi.

Beyza ve Merve , Maviş ‘i sahibine teslim etmenin mutluluğuyla eve döndü.

Yumurtanın Taze Olup Olmadığını Nasıl Anlarız?

1- Tuzlu suya koyun. Eğer batarsa tazedir, yüzeyde kalıyorsa bayattır. ( 500 ml suya yaklaşık 30 gr. su)
2- Yumurtayı sallayın. Eğer salladığınızda iç kısmının da sallandığını hissediyorsanız yumurtanız bayattır.
3- Yumurtayı kırdığınızda sarısı ve beyazı hemen dağılıyorsa yumurta bayattır.
4- Kokuyorsa..

Şimdi Hiçbir Şey Aynı Kalmayacak!

Size sürünmek ve sefil olmak nasıl bir şey anlatayım sevgili okuyucularım. Her gece koltukta uyanamam düşüncesiyle iki büklüm yatıyorum. Sabah erkenden daha kargalar işlevlerini yerine getirememişken bir gözüm kapalı ötekisi de yarı açık bir vaziyette kalkıp okula gidiyorum. Üniformalar giyiniyor ve sıraya geçiliyor. Ne sırası diyeceksiniz şimdi, hemen söyleyeyim o zaman, tırnak, çorap ve kıyafet kontrolü yapılıyor! Hele ki tırnaklar biraz uzun olsun derse giremiyorsunuz ve böylelikle devamsızlık hakkınız olan toplam 24 saatinizden 1 saati gidiyor. Hoppaaa! Ehhh!! Kolay olduğunu kim söyledi değil mi? :) Hele hafta başında ilk mutfak dersine kaza yaptığım için 10 dakika geç gittiğimde Şeften büyük bir azar işitmemden bahsetmiyorum bile!!! Boynum önümde böyle ezik ezik! :) Bu hafta çıp çıp Bıçak Kesim Tekniklerini öğrendikten sonra Kurabiyelere geçtik! Biraz daha kol kası yapmam gerekiyor, bunu anlamış bulunmaktayım! Okuldaki en güzel şeylerden biri de, inanılmaz güzel insanlarla tanışıyor olmanız. Nitekim, bende öyle oldu! Pastacılık ekibi olarak bir erkek ve gerisinin tamamen kadın olduğunu düşünürsek çok eğlenceli bir ortam oluyor! İronik aslına bakarsanız. Bir yandan askeri kamp gibi bir eğitim alırken bir yandan gülüyorsunuz. İnanın bana her saniyesine değiyor. Mutfak sonrası üniformalar çıkıyor ve normal günlük kimliğimize bürünüyoruz. Ki ben yattığım gibi gidiyorum okula! :) Tek fark ayağımda pofidik terliklerim olmuyor! :) Çıkışta aşçı arkadaşlarımızı kurabiyelerimizle besliyoruz. :) İşin en kötü yanı; kilo almaya cicilerin teşvik etmesi. Yani o Parmesanlı Grissiniler veya Ginder Cookie'ler nasıl yenmez değil miiiiii? Bu akşam mesela, sırf bunun için, domates çorbası içtim. Korku sarmış dört bir yanımıııııı! :) İşin şakası bir yana, giriştiğim şu olay beni hayata bağlıyor. Kendime olan güvenim bile daha arttı diyebilirim size. Sizden gelen e-mailler de beni inanılmaz mutlu ediyor. Tek başıma başladığım bu yolda bana desteklerinizi gönderdiğiniz için müteşekkirim sevgili okuyucularım. Sadece bir istemekle başladığım bu yolda, sizlerin şahitliğinde ilerliyorum. Umarım sizde bende istediğimiz şeyleri elde ederiz. :) Sadece unutmayın, bazen çok zor olabilir. Ne yapıyorduk bu anlarda? Derin nefes alıp yolumuza devam ediyorduk. Eveeettt! :)
Bugünlerde taşınma telaşı içerisindeyim. Meğer ne kadar çok eşyam varmış! :) Kolile kolile bitmiyor keretalar! :)) Arabamı değiştirdim. Üstüne taşınıyorum! Mükemmel değişiklikler değil mi? Eğer hayatım stabil gitmeye başlıyorsa, içimde kıpır kıpır bir şeyler oynuyor ve herşeyi tamamen değiştiriyorum. Artık büyüdüğümü de göz önünde bulundurursak, herşey daha cesur ve içinde temkinli yapılıyor sanırm. Sizi cicilerimden uzak bıraktığımın farkındayım ama yeni eve alışana kadar bana bir süre müsade vermenizi isteyeceğim sizden sevgili okuyucularım. Herşey kolilerde çünkü!! :) Bazen herşeyin değişmesi için bir şey bekleriz. Küçük bir şey! Ben anladım ki, şöyle bir silkinip ayağa kalkılmayınca hiçbir şey değişmiyormuş! Bende ne yaptım? Herşeyi değiştirdim! Hemde bir anda! Hiç düşünmeden! :) Bazen o küçücük değişiklik için, ateşi sizin yakmanız gerekiyor. O zaman görüyorsunuz ki, yüzünüz gülüyor. Aynı benim gibi.. Değişim mi istiyorsunuz, her gün yaptığınız şeyleri yapmayın. Mesela, ilk önce yataktan sağ ayağınızı yere koyarak kalkıyorsanız, yarın sol ayağınızı yere koyun ve döngüyü değiştirin! Aaaaaaa! Sızlanmayınnnn.. Deneyin bakalım..  :)
Bon appetit

Rare Disease Day and the promises of personalized medicine

O ur daughter Ellen wrote the post that I republish below 3 years ago, and we've reposted it in commemoration of Rare Disease Day, Febru...